Ardından gelen twitter mesajlarıyla Amerikan Başkanı, bu kararının geri döndürülmesine yönelik girişimleri boşa çıkaracak şekilde kararının arkasında olduğunu gösterdi. Savunma Bakanı James Mattis ve DEAŞ’la Mücadele Özel Temsilcisi Brett McGurk istifa ettiler. Onlar, Washington’daki birçok bürokrat ve siyasetçi takımı ile Fransa başta olmak üzere birçok Avrupa ülkesi Trump’ın bu kararına isyan ediyorlar.
Şok içerisindeler...
Müttefikleri PYD/PKK’yı yüzüstü bırakmalarının çok yanlış olduğunu düşünüyorlar.
Bazısı eski argümanları sürdürerek, DEAŞ’a karşı mücadelenin bitmediği, ABD’nin çekilmesinin yanlış olduğu, DEAŞ’a karşı müttefikleri olan PYD/YPG’nin desteklenmeye devam edilmesi gerektiği masalını okumaya devam ediyorlar.
Bazıları ise, öfkeleri zihinlerini bulandırdığından olsa gerek, asıl niyetlerini ifşa edecek şekilde, ABD’nin çekilmesinin Türkiye’nin işine yarayacağını söyleyerek dizlerini dövüyorlar. Zira Trump’ın bu şekilde, uzun zamandır iktidardan devirmeye çalıştıkları Tayyip Erdoğan’ın Suriye politikasını başarılı kılacak bir adım atmış olduğunu düşünüyorlar.
NATO müttefikleri Türkiye’nin Suriye topraklarından kaynaklanan teröre karşı mücadelesinde konumunu güçlendirmesinden ve bu konuda ABD yönetimiyle arasındaki sorunları çözme yolunda attığı adımlardan son derece rahatsızlar.
Rahatsız olanların başında CENTCOM merkezli Amerikan güvenlik bürokrasisi, Orta Doğu kökenli bazı lobiler ve Avrupa’daki PKK/YPG sempatizanlarının geldiğinden bir önceki yazıda bahsetmiştik.
Trump’ın bu güruhun baskıları karşısında Suriye’den çekilme kararının arkasında durup duramayacağı sorusunu da sormuştuk.
Özetle Amerikan Başkanı 2018 yılını Suriye açısından büyük bir sürprizle bitirmiş olacak.
***
2018’de Türkiye’nin Orta Doğu politikası açısından öne çıkan bir başka konu da Cemal Kaşıkçı cinayeti çerçevesinde Suudi Arabistan ile ilişkilerde yaşanan gelişmeler oldu.Gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğunda vahşi bir şekilde öldürülmesinin ardından, Türkiye’nin kendi topraklarında işlenen bu cinayetin aydınlatılması için gösterdiği çaba Riyad yönetimini ciddi şekilde rahatsız etti.
Ankara bu meselede, bir yandan cinayetin faillerinin ortaya çıkarılması için çalışırken bir yandan da Suudi Arabistan’ın fiilî kralı Muhammed bin Selman’ın uluslararası hukuku ihlal eden tavırlarının son bulmasını hedeflemiştir. Zira Prens Selman ile en yakın müttefiki Abu Dabi Prensi Muhammed bin Zayed’in Orta Doğu’da kirli bir ittifakın ana aktörleri olarak Türkiye’ye de ciddi zararlar veren politikaları söz konusuydu.
Katar Krizi sırasında, krizin sona ermesi ve Katar’a karşı ablukanın kaldırılması için, başka şeylerin yanında Türk askerlerinin Katar’dan çekilmesini talep eden de bu iki prensti. Suriye’de CENTCOM ile iş birliği içerisinde PYD/YPG ile iş birliğine hazırlanan da onlardı.
Türkiye’nin İsrail’in bölgedeki saldırgan tutumuna karşı çıkmasından da, Sudan ve Somali ile yakın ilişkiler kurup Kızıldeniz’deki etkinliğinden de rahatsız olan yine onlardı.
Hepsinden önemlisi, başta 15 Temmuz darbe girişimi olmak üzere, Türkiye’deki meşru iktidarı devirmeye yönelik bazı girişimlerin arkasında da bu aktörlerin olduğuna yönelik kuvvetli şüpheler söz konusuydu.
Kaşıkçı cinayeti Türkiye açısından bardağı taşıran son damla oldu.
Bu cinayeti azmettirenlerin açık bir şekilde Suudi yönetimine kadar uzanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın meselenin takipçisi olması ve uluslararası kamuoyunun dikkatine taşıması sonucunu doğurdu.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının bu krizi yönetirken sergilediği başarı ise, başkanlık sistemi sayesinde Türkiye’nin dış politikada nasıl hızlı ve etkin hareket etme yeteneği kazandığını açık bir şekilde göstermiş oldu.
[Türkiye, 26 Aralık 2018]