- Amerikan başkanını etiketleyerek paylaşım yapabiliyoruz diye ifade hürriyetinin güçlendiği söylendi. - Sokakta gördüğümüz ilgi çekici bir olayı takipçilerimizle paylaşabiliyoruz diye artık haber akışı çeşitlendi, herkes gazeteci oldu diye övgüler düzüldü. Hatta bunun adına 'vatandaş gazeteciliği' dendi de anlı şanlı akademisyenler kavram hakkında makaleler, kitaplar yazdı. - Vatandaşlar sosyal medya sayesinde daha kolay organize oluyor, örgütleniyor diye demokrasiye ne kadar faydalı olduğuna dair nutuklar atıldı.
Ama kazın ayağı öyle değilmiş... ABD başkanına tweet attığımızda ABD başkanıyla değil bu işlere bakan bir memurla iletişime geçiyormuşuz. Buna rağmen yazdıklarımıza dikkat etmeliymişiz yoksa çok zaman geçmeden polisi kapımızda bulurmuşuz. Vatandaş gazeteciliği diye herkesin görüp paylaştığı her şeye haber değeri vermek de yanlış bir davranışmış meğerse. Kimin servis ettiği bilinmeyen, kaynağı meçhul, aslı astarı olmayan, manipülatif veya tamamen asparagas haberler etrafa saçılınca bunun çok da iyi bir fikir olmadığını anladık. Meğerse vatandaşlar sosyal medya sayesinde kolay organize olmuyor fakat kolay gaza geliyormuş. Sosyal medya dedikodularına rağbet edenler terör örgütlerinin emellerine alet oluyor, sonra Gezi kalkışmasında olduğu gibi 'ilk 3 gün' hikayeleri ile kendilerini avutuyorlarmış. Şimdi batılı ülkeler peşpeşe tedbirler alıyorlar. Sosyal medya üzerinden yayılan yalan haberlerle, hakaretlerle mücadele etmek için kanunlar çıkartıyorlar. Teröristlerin sosyal medyadan faydalanarak örgütlendiklerini keşfettiler, emniyet ve istihbarat önlemlerini arttırıyorlar. En önemlisi seçimlerin sosyal medya kullanılarak manipüle edildiğini fark ettiler. Sosyal medya mecralarının arşivledikleri kullanıcı bilgilerini kanunlara aykırı olarak sattıkları, bu bilgilerle seçmenlerin tercihlerinin yönlendirildiği ortaya çıktı. Ama bunlardan bahsedeni pek bulamazsınız. Hele ki Gezi zamanı sosyal medya güzellemeleri yapan, Türkiye sosyal medya hakkında hukuki düzenleme yapmaya kalktığında 'ifade hürriyeti elden gidiyor' diye yaygara kopartan, internetin denetimi gündeme gelince 'pornoma dokunma' diye eylem yapanlardan ses çıkmaz. Almanya'nın, ABD'nin Türkiye'dekinden kat kat ağır düzenlemeler yaptıklarını söylemek işlerine gelmez.
MARJİNAL KIZKARDEŞLER Nevşin Mengü ve Ayşenur Arslan... Beraber bir program yapmışlar. Ayşenur Arslan televizyonlarda sunucuların programları 'hayırlı kandiller, hayırlı cumalar, Allah'a emanet olun' gibi temennilerle açıp kapamasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor. Cumanın mübarek bir gün olmadığını, tatil günü olduğunu söyleyerek cehaletinin boyutlarını ortaya koyuyor. Nevşin Mengü ise onaylayarak dinliyor. Bu manzaraya bakılarak çok şey söylenebilir. Türkiye'de bir kesimin İslam düşmanlığından, toplumdan kopuk olduğundan ve tabii arsızlığından bahsedilebilir. Bir de medya boyutu var meselenin. Bu ikili yıllarca Doğan medya bünyesindeki CNN Türk televizyonunda çalıştı. Hem de hemen hemen ekrana en fazla çıkan yüzler olarak. Nevşin Mengü en çok izlenen saatte haber bültenini sunardı. Ayşenur Arslan ise sabahları yine çok izlenen kuşakta günlük program yapardı. Bana sorsanız ikisi de kötü televizyoncuydu ama o bahsi diğer. Esas kritik nokta ise şu; bu kadar marjinal iki isim yıllarca kendini ana akım olarak tanımlayan CNN Türk'ün en çok izlenen saatlerinde program yaptılar. Çok az kişinin takip ettiği internet mecralarında veya marjinal televizyon kanallarında ancak kendilerine yer bulabilecek bu isimler Doğan medya sayesinde yıllarca ana akımda yer aldılar. Tek başına bu gösterge bile Aydın Doğan'ın medya sektöründe şimdiye kadar yer neden yer aldığını ve bugün Doğan medyayı neden sattığını açıklıyor. Doğan'ınki basit bir medya yatırımı değildi. Eski Türkiye'ye ait medya-siyaset ilişkilerinin yansımasıydı. Medyanın topluma düşman olabildiği, belli bir vesayet grubunun sözcülüğünü yapabildiği düzen bugün çok şükür devam etmiyor. Aydın Doğan'ın medya şirketlerini satmasının ardında yatan neden de bu!
[Takvim, 28 Mart 2018]