Koronavirüs salgını sadece bireyler için hayati önem taşımıyor, salgının ciddi ekonomik siyasi sonuçları da olacak. Pek çok uzman salgın krizi sonrası dünyanın artık eskisi gibi olmayacağını iddia ediyor. Avrupa'da ise kriz durumu hem mevcut hükümetler hem de uzun süredir yükselen aşırı sağ akımlar için önemli sonuçlar doğurabilir. Kriz durumlarından istifade etmek isteyen aşırı sağ ve popülist partiler Koronavirüsü siyaseten kullanmak istiyor. ABD'de Trump Koronavirüse "Çin virüsü" diyerek "düşman Çin" algısını güçlendirdi. Trump, ayrıca Alman Covax şirketine yaptığı 1 milyar dolar karşılığında sadece Amerika için ilaç üretilmesi teklifiyle kurtarıcı rolünde krizi fırsata çevirmeye çalıştı. Avrupa'da çoğunlukla muhalefette olan aşırı sağ partiler de virüsü siyasi olarak fırsata çevirmek istiyor. Hükümetleri zorlayan ve yönetim zaaflarını ortaya çıkaran bu yeni krizi liberal-demokratik düzenin çöküşü olarak kutlama niyetindeler. Aşırı sağın hedefinde sol idealleri, liberal siyaset, mülteciler ve AB var.
Aşırı sağ partiler, Koronavirüs salgınının savunageldikleri sınırlar kapayarak içe kapanma, AB'nin işlevsizliği ve yabancıların ülkeyi mahvedeceği tezlerini teyid ettiği görüşünde. Siyasi söylemlerini de bu propaganda üzerinden yapıyorlar. Gerçekten de Macaristan ve Avusturya gibi ülkeler AB dayanışmasının bir masal olduğunu en yetkili ağızlardan itiraf etti. Sınırlar sadece Avrupa dışına değil AB içinde de kapandı. AB ortak bir önlem alamadı ve her ulus devlet kendi çözümünü arayarak kendini kurtarma derdine düştü. Salgının trajik şekilde yaşandığı AB kurucu üyesi İtalya'ya talep etmesine rağmen maske bile verilmedi. İltica programları bilinmeyen bir süreye kadar askıya alındı. Aşırı sağ bu gelişmeleri tek çare kapalı ulus devlet, dışarıdan gelen ve yabancı olan kötüdür ve kendimizden başka kimseye güvenemeyiz tezini doğrulayan adımlar olarak yansıtıyor.
Diğer yandan Avrupa'da ırkçılık son dönemde Müslüman karşıtı bir hal almıştı, hedefinde Müslümanlar vardı. Virüs kriziyle Çin/Asyalı karşıtlığının (Sinofobi) da buna eklemleneceği söylenebilir. Ancak Çin karşıtlığının pekiştireceği ırkçılık yine son tahlilde Müslümanları vuracak, mülteci karşıtı siyaseti daha da körükleyecektir. Çünkü Avrupa'nın en büyük yabancı grubu Müslümanlar. Avrupa medyası ve aşırı sağı bu krizle birlikte yeni bir mülteci akınını daha büyük bir tehlike olarak algılayacaktır.
Felaketin kendisi felaket senaryosuna karşı
Ortada gerçek bir kriz yokken kitlelerin farazi felaket senaryoları ve korku atmosferine kapılma ve gerçek dışı seçimler yapma eğilimi artıyor. Ancak insanlar hayatlarının risk altına girdiği gerçek kriz anlarında gerçek dışı şaşalı ideolojik söylemler ve ayrılıkçı propagandalar değil krizin çözümüne yönelik gerçekçi adımlar talep ediyor. Sert de olsa reel siyasete ve güçlü devlete rağbet artıyor. Böyle dönemlerde halk popülist söylemler ve hayali varsayımlar değil gerçek bilgi, profesyonellik ve tecrübe arıyor. Ancak henüz denenmemiş aşırı sağ partilerde ne böyle bir siyasi yönetim tecrübesi ne de bilimsel bir tutum hakim. Aşırı sağ muhalefet krize yönelik komplo teorileri ve asılsız iddialarla mevcut hükümetin acziyetini ispat etmek istiyor. Oysa gerçek kriz durumlarında halk güçlü ve güveneceği devletler istiyor. Felaket tellalları değil. Felaketin kendisi geldiğinde farazi senaryoları artık kimse ciddiye almıyor. Bu da hala nefret söylemi ve felaket senaryolarını yaymaya çalışan aşırı sağı halkın nezdinde daha da antipatik hale getirebilir. Çünkü halk komplo teorici ideologları değil tecrübeli ve gerçekçi siyasetçileri başında görmek istiyor. İnsanları ortada gerçek bir tehlike yokken korkutmak kolaydır. Ama gerçek bir felaket ve korku varsa bu korkuyu körükleyen değil bertaraf edebilen siyasetçiler aranır.