Önümüzdeki haftanın dış politika gündeminin iki kritik konusu Başkan Erdoğan'ın Azerbaycan seyahati ve AB liderler zirvesi.
Erdoğan'ın Bakü'nün Erivan karşısındaki zaferinden sonra ziyarette bulunması sembolik önemde. Bakü'nün 30 yıla yakındır işgal altında bulunan toprakları bu kadar hızlı bir şekilde geri alması kuşkusuz büyük bir kazanım. Ve bu kazanımın arkasında Ankara'nın çok boyutlu ve güçlü desteği var. Dağlık Karabağ'da Ermenilerin tahkimi yüksek savunma hatlarının geçilmesi askeri operasyon tarihine geçecek ölçekte bir başarı.
Bu sebeple Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev'in sevincini paylaşmak elbette en çok Erdoğan'a yakışır. Ancak Dağlık Karabağ çatışması tümüyle çözülmüş değil. Ermenilerin kontrolünde kalan kısmın nihai statüsü netleşmedi. Fransa'nın Minsk Grubu üzerinden Türkiye ve Rusya'nın şekillendirdiği sonucu engelleme çabası devam ediyor. Dağlık Karabağ çatışmasının bize gösterdiği şey, Kafkaslarda istikrarın kurulması için Türkiye'nin ne denli önemli olduğudur.
Kafkasların Rusya'nın Sovyetlerden kalma arka bahçesi olduğu ve aslında Moskova'nın Ankara'nın oradaki etkinliğinden rahatsız olduğu argümanının pek bir anlamı yok. Moskova bu bölgede istikrar arzu ediyorsa Ankara ile birlikte çalışmak durumunda. Ermenistan dahil Kafkas ülkelerini barış, istikrar ve iş birliğine taşıyacak bir süreç ancak bu şekilde kurulabilir.
Yine Kafkaslardaki istikrarın Karadeniz ve Orta Asya'ya da olumlu etkisinin olacağı açık.
AB ile "kedi-fare oyunu" biter mi?
Gündemin ikinci maddesi 10-11 Aralık'taki AB liderler zirvesinde Türkiye'ye yönelik politikanın belirlenmesi olacak. Ekimdeki zirveden sonra şimdi de AB cenahı yaptırımlardan bahsediyor. Fransa önderliğinde Yunanistan ve Avusturya üçlüsü, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs meselesi etrafında Ankara'ya yaptırım için bastırıyor.
Geçtiğimiz iki ay Türkiye ve Yunanistan arasında görüşmeleri başlatacak bir şekilde değerlendirilemedi. Almanya hâlâ Türkiye ile çalışmanın yollarının tıkanmasını engelleme niyetinde. Yine de Avrupa Konseyi Başkanı C. Michel'in "elimizdeki bütün araçları kullanmaya hazırız" açıklaması etkisi çok düşük olacak bir yaptırım paketinin masadan çıkma ihtimalini güçlendiriyor. Ancak bunun Michel'in söylediği "kedi-fare oyununu" sona erdirmesini beklemiyorum.
Transatlantik İttifakının geleceğinin henüz belli olmadığı ve Batı'nın Rusya politikasının henüz oluşmadığı bir dönemde Brüksel ve Ankara hattının fırtına içinde olmaması lazım.
Bunun için iki başkente de çok görev düşüyor.
Erdoğan, "yerimiz Avrupa" diyerek siyasi arzusunu açıkladı. Bunun anlamı Türkiye'nin Kıbrıs ve Doğu Akdeniz'deki çıkarlarından ödün vermek değil elbette. AB liderleri, Türkiye politikasında Fransa'nın hırçın ve Yunanistan'ın maksimalist yaklaşımından kurtulmalı. Almanya'nın rasyonel ve uzlaşmacı eğilimi başat hale gelmeli.
Top Brüksel'de, kedi-fare oyununu ortak çıkarla lehine bitirecek stratejik kararı alma zamanı.
Avrupa'nın Macron sorunu
Erdoğan, Cuma namazı çıkışı Macron'un Dağlık Karabağ krizinde varılan çözüme olumsuz tutumunu sert şekilde eleştirdi: "Fransa'nın bir defa arabulucu hüviyeti zaten kaybolmuştur...
Macron Fransa'nın başına beladır. Fransa çok çok tehlikeli bir dönemi yaşıyor.
Temennim odur ki, bir an önce Fransa Macron belasından kurtulsun. Aksi takdirde 'sarı yelekliler'den kurtulamayacak.
Sarı yelekliler daha sonra kırmızı yeleklilere dönüşebilir." Bu uyarılar Macron'un Avrupa siyasetini kilitleyen hırçınlığına yönelik.
Macron, popülist bir yaklaşımla sadece Türkiye karşıtlığı bayrağını yükseltmiyor. Daha tehlikelisi, İslamcılıkla ayrlıkçığı/ terörü özdeşleştiriyor.
Bazı camileri kapatma hazırlığı içerisinde.
Müslümanları ötekileştiren bu tavrın Avrupa'da çifte bir radikalizm ile sonuçlanacağını umursamıyor.
Avrupa'nın Macron sorunu büyümeye devam ediyor.
[Sabah, 5 Aralık 2020].