Cumhurbaşkanı Erdoğan 18 Ağustos'ta Ukrayna'yı ziyaret ederek Devlet Başkanı Zelenskiy ile ikili; BM Genel Sekreteri Guterres'in de katılımıyla üçlü bir zirve gerçekleştirdi. Erdoğan-Zelenskiy görüşmesi, Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin ardından ilk yüz yüze görüşme olması ve Ukrayna ile dayanışmanın güçlü bir şekilde vurgulanması açısından önemliydi. Ancak bence bu ziyaret, dayanışma sergilenmesinin ötesinde bazı anlamlar taşıyor.
BM'nin Açığını Türkiye Kapatıyor
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ukrayna ziyareti kanaatimce iki nedenle müstakil olarak ele alınmamalı. Birincisi Erdoğan, Putin ile 19 Temmuz'da Tahran'da, 5 Ağustos'ta ise Soçi'de görüştü ve bu görüşmelerde diğer konuların yanı sıra Ukrayna meselesi de ana gündem maddelerinden biriydi. Dolayısıyla Erdoğan, son bir ay içinde iki isimle, ikili ilişkilerin dışında krizi yüz yüze görüşen tek lider oldu.
İkincisi ise BM Genel Sekreteri Guterres'in de Erdoğan ile beraber Ukrayna'ya davet edilmesi ve iki liderle beraber üçlü görüşme yapılması. Birçok krizde olduğu gibi Ukrayna krizinde de BM'nin çaresiz kalması ve Rus vetosu nedeniyle Güvenlik Konseyi'nin işlevsizliği sonucunda oluşan açık, deyim yerindeyse, Türkiye'nin girişimleriyle kapatılıyor. Diğer bir ifadeyle BM Genel Sekreteri Türkiye sayesinde zaten işlevsiz hale gelen sistemi ayakta tutmaya çalışıyor.
Üçlü zirve her ne kadar tahıl koridoru ve bunun geliştirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiş olsa da ben Türkiye'nin BM Genel Sekreteriyle beraber veya müstakil olarak yeni ve etkili girişimlerde bulunacağı kanaatindeyim. Bu noktada ilk akla gelen elbette savaşa kalıcı çözümün bulunması; ancak bunun kısa vadede gerçekleşmesi mümkün görünmüyor. Bunun yerine, tıpkı tahıl koridoru meselesinde olduğu gibi, savaşın olumsuz etkilerini gidermeye yönelik taktik seviyede girişimlerde bulunulması daha olası.
Kısa Vadede Taktik Adımlar Karşılıklı Güveni Sağlayabilir
Zaporijya nükleer santralinde bir felaket yaşanması ihtimali kısa vadede en hayati gündemlerden birisi. Avrupa'nın en büyük, dünyanın ise üçüncü büyük nükleer santrali Mart ayından beri Rus işgalinde ve zaman zaman tesis ve civarında çatışmalar yaşanıyor. Bu konuda taraflar birbirini suçlarken bir felaket yaşanması durumunda sadece savaşan taraflar değil; Türkiye dahil bütün bölge etkilenecek. Böylesi bir felaketin önüne geçmek için Türkiye'nin devreye girmesiyle Zaporijya nükleer santrali ve çevresi kısa vadeli olarak bir nevi çatışmasızlık bölgesine veya silahlardan arındırılmış bölgeye dönüştürülebilir. Zira adımlar atılmaması halinde kasıtlı olmasa bile koordinasyonsuzluk veya provokasyon gibi nedenlerle nükleer bir felaket yaşanması hiç de ihtimal dışı değil.
Bir diğer konu esir askerlerin takası. Savaşın altı ayı geride kalırken her ne kadar taraflarca resmi veya tutarlı açıklamalar yapılmasa da iki taraftan on binlerce askerin hayatını kaybettiği düşünülüyor. On binlercesi de esir düşmüş durumda. Görsel olarak teyit edilen askeri ekipman kayıpları bile asker kayıplarının büyüklüğüne işaret ediyor. Bu noktada esir askerlerin değişimi, en azından devam eden savaşın insani trajedisini azaltmaya yönelik bir adım olacak. Taraflar arasında doğrudan bir iletişimin olmadığı bir ortamda ise iletişimi sağlama ve esir değişimini gerçekleştirme rolünü oynayabilecek aktör, Türkiye'den başkası değil.
Kısa vadede akla gelen başlıklardan birisi de tahıl koridorunun diğer emtiaları kapsayacak şekilde genişletilmesi hususu. Savaş nedeniyle Karadeniz limanlarının iki ülke için de riskli hale gelmesi ve sevkiyatta yaşanan sıkıntılar iki ülkeyi etkilediği gibi küresel tedarik zincirini de olumsuz etkiliyor. Dolayısıyla bulunabilecek geçici bir çözüm savaşın artan olumsuz etkilerini nispeten dindirebilir.
Elbette bu hususlardan herhangi birisinin başarıyla gerçekleşmesi, savaşan tarafların tutumuna bağlı çünkü savaşın sahada ortaya çıkardığı gerçekliklerin yanı sıra taraflar arasındaki en büyük sorun güvensizlik.
Erdoğan'ın Lider Diplomasisi Çözüm Üretebilir
Türkiye işte bu güvensizliğin giderilmesinde ve bazı alanlarda uzlaşıya ulaşılmasında kritik bir role sahip. Türk diplomasisinin ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın süreçte göstermiş olduğu liderlik ve diplomatik girişimleri sadece Rusya ve Ukrayna açısından değil; bölge ve bir bütün olarak dünya açısından önemli.
Hatırlayalım, savaşın altı ayı geride kalırken, işgal başlamadan önce ve başladıktan sonra krizi sona erdirmeye yönelik çok sayıda liderin girişimi oldu. Zelenskiy ve Putin defalarca ziyaret edildi ve sayısız telefon diplomasisi gerçekleştirildi ancak hiçbir girişim kısmi de olsa somut sonuçlar ortaya çıkarmadı. Bu durumun istisnası ise Erdoğan liderliğindeki Türkiye.
Krizin başından itibaren izlediği kendine özgü politikayla savaşan tarafların takdirini ve güvenini kazanan Türkiye, önce tarafları Antalya Diplomasi Forumu marjında üçlü masaya oturttu, ardından İstanbul müzakerelerinde tarafları bir araya getirdi. Temmuz ayında ise tahıl koridoruna ilişkin anlaşmanın imzalanmasını sağladı. Daha yürürlüğe girmeden, anlaşmanın imzalanmasının ardından dünya buğday fiyatlarında düşüş trendi başladı. Bunun da ötesinde birçok ülke için kıtlık riski ve gıda tedarik krizi önlenmiş oldu.
Şimdi ise Erdoğan'ın özellikle Putin ile geliştirdiği kişisel ilişkiler üzerinden başta nükleer santralin güvenliğinin sağlanması olmak üzere taraflar arasında ortak bir payda bulması ve taktik düzeyde ilerlemeler sağlaması bekleniyor. Türkiye'nin kolaylaştırıcılığı, arabuluculuğu veya iyi niyetli adımları taraflar arasındaki güvenin inşasını olumlu etkileyecek olup belki de orta vadede geçici ateşkes, sonrasında ise kalıcı ateşkes ve barış görüşmelerini tetikleyecek. Önümüzdeki aylarda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın girişimleriyle bu konularda olumlu gelişmeler yaşanırsa şaşırmamak lazım.
Öte yandan Türkiye'yi Rusya ile yakın ilişkiler geliştirdiği için eleştiren ve Ankara'nın "güvenilmez bir müttefik" olduğu argümanını öne süren "müttefiklerimiz" ise bir yandan sorunun çözümü için aktif bir çaba ortaya koymaz veya girişimleri başarıya ulaşmazken, diğer yandan Türkiye sayesinde yaşadıkları veya yaşayacakları krizlerin engellendiğinin, ötelendiğinin de farkındalar. Nitekim kategorik olarak sergiledikleri Erdoğan veya Türkiye karşıtlıkları, Ukrayna'ya bu süreçte hangi aktörün nasıl katkı sağladığı gerçeğini değiştirmiyor.
[Sabah, 20 Ağustos 2022].