Bir ayını doldurmak üzere olan IŞİD’in Kobani kuşatmasının vahim boyutlara ulaşması Türkiye'de başka bir dinamiği tetikledi. KCK ve HDP’nin “süresiz eylem çağrısı” ile birlikte insanlar sokaklara döküldü. 40’a yakın ilde 30’u aşkın vatandaşın ölümü ile sonuçlanan olaylar neticesinde birçok ilde sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Siyasi vizyon ve yönlendirmeden uzak olan eylemlerin mahiyeti farklı boyutlara ulaştı. Birçok grup (doğuda HDP-HÜDAPAR tabanı, batıda ise HDP tabanı ile milliyetçi gruplar) karşı karşıya geldi. Yüzlerce insanın da yaralandığı çatışmalarda şehir merkezlerinde bulunan birçok iş yeri, kamu binası, parti merkezleri ve belediye binaları ateşe verildi. Eylemlerin ulaştığı boyut Kobani’yi unutturdu ve özellikle Bingöl Emniyet Müdürlüğüne yönelik saldırıda iki polisin şehit olması ve Tunceli'de bir karakola saldırı düzenlenmesi iki yılını doldurmak üzere olan Çözüm Süreci'nin geleceğinin sorgulanmasına yol açtı.
6-7 Ekim Olayları ya da Kobani eylemleri/ayaklanması olarak da adlandırılan bu süreci başlatan en önemli dinamik KCK ve HDP’nin tabanını siyasi bir yönlendirme olmaksızın ve sorumluluktan uzak bir biçimde sokağa davet etmesi olarak gözükse de 40’ı aşkın ölümle sonuçlanan olaylar dizisinin arkasındaki sosyal durumu mercek altına almak gerekir. Eylemlere katılan insanların profiline bakıldığında 90’lı yıllarda çatışmalı sürecin içinde doğup büyümüş, bedel ödemiş ailelerin çocukları olarak sosyal bir hüviyet kazanmış genç bir Kürt jenerasyonu karşımıza çıkmaktadır. Kürt meselesinin yıllara yayılan bir problemi olan temsiliyet ve aktör sorunu gibi dinamikler bu kuşağın siyasi yönelimi konusundaki radikalleşmeyi de beraberinde getirmiştir..