Eğitim-Bir-Sen, "Yükseköğretime Bakış" başlığı altında Bekir Gür, Zafer Çelik ve Serkan Yurdakul'dan oluşan bir ekiple, son üç yıldır, yükseköğretimdeki gelişmeleri izleyip değerlendiriyor. Bu tür çalışmalar, bir izleme ve etki analizi çalışması olması bakımından sendikaların proaktif yaklaşımlarına dair güzel bir örnektir.
"Yükseköğretime Bakış 2019" raporunda, yükseköğretime erişim ve katılım başlığı altında öne çıkan en önemli tespit açık öğretime kayıtlı öğrenci sayısının örgün öğretim öğrenci sayısını geçmiş olmasıdır. Bu yıl yüz yüze eğitimde yer alan öğrenci sayısı 3.252.743 iken açık öğretimdeki öğrenci sayısı 3.880.931 olmuştur. Açık öğretimdeki öğrenci sayısı 628.118 kişi daha fazla olmuştur. Bu durum, yükseköğretimin niteliğine dair çok ciddi bir uyarıdır. Fakat raporda her iki öğretim türünde de aktif ve pasif öğrenci sayıları verilmemiştir. Yükseköğretim sisteminde açık öğretim öğrenci sayıları bu kadar artarken online, uzaktan veya karışık eğitim modellerinin gelişemiyor olması da diğer önemli bir sorundur. Açık öğretim sistemi ikinci bir öğretim olarak veya zorunlu telafi mekanizması olarak elbette ki değerlidir. Fakat yüz yüze eğitimin yerine geçmesi devletin ve özel sektörün ihtiyaç duyduğu rekabet edebilen insan kaynağının yetiştirilmesi bakımından çok ciddi sonuçlar doğuracaktır.[1] Ayrıca 1983 yılından beri genç nüfus sayısı artmasına rağmen yükseköğretimde yüz yüze eğitim gören öğrenci sayısı azalmaktadır. Bu durum, araştırılması gereken önemli bir sorun alanı olarak önümüzde durmaktadır.
Yükseköğretime erişim ve katılım başlığı altında cinsiyet bakımından olumlu gelişme olmuştur. Yükseköğretimde kız öğrencilerin sayıları erkek öğrencileri geçmiştir. Diğer bir olumlu gelişme, yükseköğretimde uluslararası öğrenci sayısındaki artıştır. Fakat yabancı öğrencilerle ilgili olarak, üniversitelerin mali kaynaklarının gelişimi ve ülkenin nitelikli insan kaynağının karşılanması bakımından alınması gereken tedbirler bulunmaktadır.
"Eğitimin çıktıları" başlığı altında ise en dikkat çekici bulgu yükseköğretim mezunlarının sayısının hızla artıyor olmasına rağmen, OECD ortalaması göz önüne alındığında, hala alınması gereken çok yol olduğudur. Yüksek lisans ve doktora mezunları oranı, OECD ortalamasına göre çok daha düşüktür. Özellikle Türkiye'nin öğretim üyesi ihtiyacı da düşünüldüğünde bu noktada daha nitelikli ve sonuç alıcı politikalara ihtiyaç duyulmaktadır.
Bu başlık altında diğer bir bulgu ise üniversite mezunlarının işsizlik oranlarının, OECD ülkeleri ile mukayese edildiğinde, çok yüksek olduğudur. Bu sorunun aşılmasında; eğitim programlarının iş piyasaları ile eşgüdümü olarak yapılması, uygulamalı ve işbaşı eğitime geçilmesi ve öğretim üyelerinin sahanın ihtiyaç duyduğu becerileri aktarabilme kapasitelerinin artırılması gerekmektedir. Bu alanda İŞKUR, öğrencilerin işbaşı veya staj programları hususunda olumlu adımlar artmaktadır.
"Öğretim elemanları" başlığı altında en önemli sorun; OECD ülkeleriyle mukayeseli düşünüldüğünde, öğrenci başına düşen öğretim üyesi sayısının düşüklüğüdür. Ayrıca öğretim üyelerinin üniversite ve bölümlere dağılımında da ciddi sorunlar bulunmaktadır. Rapor ilk on büyük ekonomi ve OECD ülkeleriyle mukayese ederek sorunu vurgulamaktadır. Bu noktada Türkiye'nin YLS, 100/2000 YÖK Doktora Programlarına ilave yeni politikalara ihtiyacı bulunmaktadır. Uluslararası öğretim üyesinde %2'lik kota dolmuştur. Okutmanlarla doldurulan bu kotanın niceliğinin ve niteliğinin geliştirilmesi faydalı olur. TÜBİTAK üzerinden işletilen öğretim üyesi ve araştırmacı çekme politikasının olumlu sonuçları olmaktadır. Fakat bu politikanın öğretim üyesinin ailesi de düşünülerek revize edilmesi ihtiyacı bulunmaktadır.
Türk yükseköğretiminin en önemli sorunlarından biri de eğitimin finansı sorunudur. Rapor, "Yükseköğretimin Finansmanı" başlığı altında buna dair bulgular da sunmaktadır. Yükseköğretime aktarılan miktar bütçe payı ve GSYH oranı bakımından düşüş trendindedir. Özellikle yatırım bütçesi ve ar-ge bütçeleri gelişememektedir. Üniversitelerin mali kaynakları geliştirilemediği müddetçe toplumsal faydanın arttırılabilmesi ve Türkiye'nin rekabet gücünün yükseltilebilmesi mümkün değildir. Üniversitelerin verimliliği ve performansı konusu bununla beraber değerlendirilmesi gereken bir konudur. Ayrıca öğrenci başına düşen mali kaynakların dağılımında da üniversiteler arasında büyük farklılıklar görülmektedir. Bu fark 5 kata kadar çıkabilmektedir. Bu ise mali kaynakların dağılımında düzenleme yapılması ihtiyacını doğurmaktadır.
[Fikriyat, 2 Temmuz 2019].