Küresel ekonomide hissedilir oranda bir yavaşlama var. Gelişmiş ülkeler, krize yakalanmamak için kaçış yolu arıyorlar. Küresel ekonomiyi zorlayan onca yapısal probleme rağmen, para politikalarının ekonomik toparlanma için temel çözüm olabileceğine dair algı gücünü koruyor. Uluslararası medya ve siyaset arenasında ekonomik reçetelere dair gündem para politikalarından ibaret.
2008'deki küresel krizinden sonra finansal piyasalara trilyonlarca dolar para pompalandı. Bazı ülkeler faizleri sıfırın altına çekti. Etki açısından para politikalarında sınıra çoktan gelindi. Küresel ekonomik yavaşlamaya karşı tek başına para politikalarıyla çözüm bulmak mümkün değil.
Sanki ekonomik büyümenin tek motoru finans piyasalarıymış gibi bütün kaynaklarla bankalar ve sermaye piyasaları ayakta tutulmaya çalışılıyor. Tabi ki finans piyasalarının düzgün işlemesi, ekonomi büyüme için çok kritik. Ancak, para politikalarına bu kadar bel bağlamak doğru değil. Politikaları belirlerken finans piyasalarının lobi gücünden ve ideolojik saplantılardan sıyrılmak gerekiyor.
2008'den sonra para politikalarına ayrılan kaynakların yüzde 10'u maliye politikaları aracılığıyla sıradan vatandaşa ve KOBİ'lere yönlendirilmiş olsaydı küresel krizin etkileri başta gelişmiş ülkeler olmak üzere dünya genelinde bu kadar ağır ve uzun süreli hissedilmezdi. Para politikalarına bu kadar aşırı odaklanılırken, eğitim, teknoloji ve inovasyon gibi ekonomik büyümenin temel itici gücü olan faktörlere yönelik politikalara gereken ihtimam gösterilmiyor.
Ülkeler, son 40 yılda yaşanan büyük değişimlere tam olarak adapte olamayan eğitim sistemlerini nasıl yenileyebileceklerine yeteri kadar kafa yormuyorlar. Aşırı pahalı hale gelen eğitim hizmetlerinde fırsat eşitliğinin nasıl sağlanacağı konusu çoğu zaman umursanmıyor.
Büyük teknoloji şirketlerinin kendi sektörlerinde tekelleşmeye doğru gitmelerinin önüne nasıl geçilebileceği bilinmiyor. Eski tarz anti-tröst yasalar ile bu soruna çözüm bulunabileceği düşünülüyor. Rekabeti arttırıcı yeni nesil politikaların tasarlanmasına yönelik ilgi yok denecek kadar az. Emeği ikame etmek yerine emeğin üretkenliğini arttırarak yeni iş olanakları sunabilecek teknolojilerin nasıl geliştirilebileceğine dair yeteri kadar araştırma yapılmıyor.
Birçok küresel şirketin inovasyon diye lanse ettiği ürünlerin sadece müşterilerin gözünü boyamaya çalışan değişikliklerden ibaret olduğu gerçeği umursanmıyor. Gerçek anlamda insan hayatına değer katabilecek yeniliklerin ortaya çıkması için kamunun ne tip teşvik edici politikalar uygulaması gerektiği masaya yatırılmıyor. Ekonomik pastadan en büyük dilimini alan küresel şirketlerin vergi kaçırmalarının önüne geçecek politikaların oluşturulmasına yönelik uluslararası siyasi irade cılız kalıyor.
Gelir dağılımı eşitsizliği ve yüksek borçluluk gibi sorunlar yokmuş gibi davranılıyor. Sosyal hayatı derinden etkileyen bu tarz sorunlara yönelik kamu, STK'lar ve uluslararası kurumların hangi adımları atabileceği sorusu yeteri kadar gündem oluşturmuyor. Varsa yoksa para politikası.
Para politikalarının reel sektöre ve sıradan vatandaşlara direkt olarak pozitif biçimde dokunması için neler yapılabileceğini konuşmaktan dahi çekiniliyor. Büyük oranda finans piyasalarının çıkarlarını korumanın bir aracı haline gelen para politikaları yerine küresel ekonominin yapısal problemlerine çözüm üretebilecek ve büyümeyi daha kapsayıcı haline getirecek politikaları tartışmaya ve uygulamaya daha fazla ihtiyacımız var. Aksi takdirde küresel ekonomi bu politika tıkanıklığını aşamayacak ve ekonomik dalgalanmalar dünya genelinde daha sık yaşayacak.
***
Son 6 yılda yaşadığı iç ve dış şoklara rağmen Türkiye, çeşitli politikalarla vatandaşına ve reel sektörüne dokunmaya, onların ihtiyacına çözüm aramaya çalışan ender ülkelerden biri. Son açıklanan istihdam odaklı işletme kredisi de buna bir örnek.
Bu tarz politikalar, Türkiye ekonomisinin finansal dalgalanmalardan uluslararası finans kurumlarının tahmin ettiğinden daha hızlı çıkmasına yardımcı olan faktörlerin başında yer alıyor.
[Sabah, 3 Kasım 2019].