Batı başkentleri için "Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye" nasıl yöneteceklerini bilemedikleri bir sorun.
Brexit'ten bu yana da siyasetçiler için seçim malzemesi.
2021'de Almanya'da, 2022'de Fransa'da seçim kampanyalarında Erdoğan faktörünün ısrarla işleneceğinden emin olabilirsiniz.
Nitekim Amerikan başkanlık seçim sürecinde de "Erdoğan'lı Türkiye ile ne yapmalı?" konusu gündemde.
Geçtiğimiz haftalarda Demokrat Parti Başkan adayı Biden'ın "Erdoğan'ı devirmekle" ilgili görüşlerini tartıştık.
Yine Başkan Trump'ın bir yandan Erdoğan'ı överken diğer yandan "onu ancak ben yönlendirebilirim" edasıyla rakibi Biden'ı zeki olmamakla nasıl aşağıladığını hatırlıyoruz.
"Türkiye sorunu" ifadesinin Batı medyasında sık yer almasına alışığız.
Ankara'nın milli çıkarlarını koruma kararlılığının "saldırganlık, yayılmacılık, imparatorluk rüyası" olarak etiketlenmesi hayli yaygın.
Gerçi bir türlü karar veremiyorlar:
Erdoğan'lı Türkiye, Yeni Osmanlıcı mı, Pan-İslamcı mı yoksa Pax Turca peşinde mi?
Ancak analiz adı altındaki bu ağır ideolojik kampanyanın son versiyonu gittikçe öne çıkıyor.
O da "Türkiye'nin İran'dan daha tehlikeli olduğu" tezine dayanıyor.
Bu tezin sahibi, İsrail İstihbarat Ajansı Başkanı Yossi Cohen.
Cohen, "batışa geçen güç olarak" nitelediği İran'dan ziyade "yükselmekte olan" Türkiye'nin "asıl tehdit" olduğu görüşünü işliyor.
Bugün bu görüşü Türkiye karşıtı birçok çevreden dinleyebilirsiniz.
Aynı tezi Arap Birliği eski Genel Sekreteri Amr Musa, "Arap ülkeleri için Türkiye İran'dan daha tehlikelidir" formatıyla söyler.
Batı başkentlerinde ise "Türkiye, NATO'nun beyin ölümüne sebep olmaktadır ve sadece güçten anlar" şeklini alır.
3 Eylül'de The Washington Post'ta David Ignatius imzasıyla yayımlanan versiyonu ise akıllara zarar bir yere ulaştı.
Ignatius, İran'a sert çıkan Trump'ın "bölgesel hegemonya arayışındaki başka bir yayılmacı İslami devlet olan Türkiye'yi neden şımarttığını" soruyor.
Erdoğan'ı "kendi İslamcı fundamentalizminin" mücadelesini vermekle suçluyor. Neymiş, İran ve Türkiye'nin imparatorluk nostaljisi varmış, askeri güç sergiliyorlarmış, vekil güçlerle istikrarsızlık ihraç ediyorlarmuş, ABD'yi eleştiriyorlarmış.
Ignatius'un yazdığı hikâye buraya kadar çok tanıdık suçlamalarla dolu.
En akıllara zarar kısmı ise Türkiye'nin de İran gibi "İslam'ın radikal versiyonunu" teşvik ettiğini iddia etmesi.
İslamcılık literatürünün kavramlaştırmalarını hiçe sayan bu iddia ne Türkiye'deki İslami grupların sosyolojisinden ne de güçlü seküler hayattan haberdar.
Medhali Selefileri silahlandıran BAE "ılımlı" bir yerde.
Hamaslı yetkililerle görüştü diye Türkiye, "radikal", öyle mi?
El kaide ve Deaş'ı üretenler "ılımlı," Deaş ile savaşanlar "radikal", öyle mi?
Mısır'ın demokratik seçimle başa getirdiği Mursi "radikal," Mursi'yi darbeyle devirten statükocu Körfez ülkeleri "ılımlı," öyle mi?
Tekrarlayayım, "Türkiye'nin İran'dan tehlikeli olduğu tezinin" arkasında İsrail ve taşeronu BAE var.
Demokratik seçimlerden korkarak Arap isyanlarını boğan Körfez ülkeleri var.
Bazı Batılı çevreler de çıkarları için bu argümanı kullanmakta.
Türkiye, son yıllarda etrafındaki bölgeyi dönüştüren bir tecrübeyi temsil ediyor.
Diplomasi, savunma ve enerji alanındaki atılımları ile, askeri varlığı ile gücünü artırıyor.
Büyük güç rekabetine katılabilen bir liderliğe sahip olmasıyla İsrail ve Körfez ülkelerini rahatsız ediyor.
Bunlara Fransa ve Yunanistan'ı da ekleyebilirsiniz.
Halbuki İran, daha etkisiz ve zaten "kullanışlı bir öteki" durumunda.
İsrail, yıllardır "İran tehdidini" kullanarak yayılmacılığına devam ediyor.
İran'ın yayılmacılığı da "İsrail tehdidinden" istifade ediyor.
Bu karşılıklı kullanma sürecinde olan Araplara oldu.
Arap yönetimlerinin bir kısmı çöktü, diğerleri de Tel aviv'e yanaşma telaşında.
İşte Erdoğan'a yapıştırılmak istenen "fundamentalizm" etiketi bir maske.
Altında milli çıkarlarını korumak için mücadele eden bir liderin devrilmesi, olmazsa sınırlandırılması niyeti var vesselam.
[Sabah, 5 Eylül 2020].