Türkiye çok partili hayata ikinci meşrutiyet döneminde geçti. Yani cumhuriyet kurulmadan Türkiye'de çok partili siyasal hayat başlamış ve ideolojik olarak siyasetin tüm yelpazeleri ortaya çıkmıştı. CHP, cumhuriyet kurulmadan bir hafta önce resmi olarak kuruluş dilekçesini İçişleri Bakanlığı'na vermişti. Zaten cumhuriyet kurulduğunda CHP iktidardaydı. İktidar olduğu dönemde, diğer partilerin yaşamasına ve seçim kazanmasına izin verilmediği için demokrasiye geçilinceye kadar muhalefete düşmesi de imkansızdı. Demokrasiye geçilmesinden bugüne, 70 yıldır tek başına iktidar yüzü görememesi ise siyaset sosyolojisi için önemli bir vaka işlevi görür.
Cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisi, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası olsa da, kurulmasının üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra kapatıldı. Yaklaşık beş aylık ömründe izlediği siyaset, Türkiye siyasi kültürü için kurucu izler bırakması bağlamında önemlidir. Tek parti döneminin Serbest Cumhuriyet Fırkası ise 90 günlük bir denemeydi. Adı üstünde "deneme" olduğu için iktidarı hedeflemesi zaten düşünülemezdi. Cumhuriyet döneminde tekrar çok partili siyasete 1946 yılında, demokrasiye ise 14 Mayıs 1950'de geçildi. Demokrat Parti, kurulmasının üzerinden dört yıl geçtikten sonra iktidara geldi. 10 yıllık iktidar süresine çok şey sığdırdı. Kurumsal kimlik olarak darbeciler devamına izin vermese de oluşturduğu siyasi mirasın devamı olan partiler, 1970'lerdeki CHP'li koalisyonları saymazsak, bugüne kadar iktidarda. Demokrat Parti darbe ile kapatılmamış olsaydı, siyasi parti kültürü farklı bir izlekte gelişebilirdi.
Erken cumhuriyet döneminde kurulan ve gelecek vadeden partilerin hemen kapatılması, demokrasiye geçilmesinden itibaren ise darbe ve vesayet kurumları ile siyasi partilerin uzun ömürlü olmasına izin verilmemesi, siyasi parti kurumsallaşmasını engellemiştir. Demokrat Parti'den sonra AK Parti dönemine kadar hiçbir siyasi parti üç dönem arka arkaya tek başına iktidarını koruyamamıştır. Adalet Partisi'nin beş yıllık, ANAP'ın ise iki dönemlik tek başına iktidarını paranteze aldığımızda, Türkiye'nin demokratik siyasal kültürü, 2002 seçimlerine kadar vesayetçi yapı ve kurumlarının şekillendirdiği parçalı bir mahiyet arz eder. Böyle olduğu için, siyasi kültür içinde partilerin uzun ömürlü olamaması demokrasinin kalitesini de etkileyecektir.
Darbelerle demokrasinin kesintiye uğraması, partilerin yapısal ve kurumsal kültürlerinin geleceğe taşınmasını engellemiş, ideolojik olarak parti-seçmen aidiyetini aşındırmış, en nihayetinde demokratik siyasi kültürün kalıcı özelliklerinin geleceğe taşınmasını engellemiştir.
AK Parti İstisna mı?
Yazıya uzun bir giriş yapmamın bir nedeni var. O da şu: Tüm Türkiye siyasi hayatı ve parti kültürü açısından, AK Parti'nin bu siyasi kültürün içerisinde karşılık geldiği yerin analizini kolaylaştırmak.
AK Parti, 14 Ağustos 2001 yılında kuruldu. 3 Kasım 2002'de tek başına iktidara geldi. Bugün itibarıyla kuruluşunun yirminci yılını tamamlamış olacak. Yirmi yıllık bir partinin neredeyse tüm ömrünü iktidarda geçirmesi, öyle sıradan bir başarı değil. Türkiye'de başka bir parti şu ana kadar böyle bir başarıya ulaşamadı. AK Parti ile ilgili yapılacak analizlerde şu sorunun cevabı rasyonel olarak verilemediği müddetçe, yapılan değerlendirmelerin isabet oranı düşük kalacaktır. O soru da şudur: AK Parti, nasıl oldu da yirmi yıllık ömründe on beş farklı seçimi arka arkaya kazanarak kesintisiz olarak iktidarını sürdürebildi? Bu sorunun cevabını ararken; karşılaştığı krizleri, darbe girişimlerini, dışarıdan ve içeriden koordineli olarak yapılan demokrasi dışı operasyonları da göz önünde bulundurarak iktidarda kalabilmesini dikkate almak gerekir.
Bu yılın başında kaybettiğimiz sosyolog Nur Vergin'in 2004 yılında yaptığı analiz, AK Parti'nin yirmi yıllık başarısını ve siyasetini anlamada hala geçerlidir. Vergin, AK Parti'yi "siyaset ile sosyolojinin buluşması" olarak tanımlamıştı:
"Eğer Türkiye'nin sahip olduğu toplumsal yapı faktörleri olmasaydı, AK Parti'nin seçim başarısının ardındaki siyasal nedenlerin tek başına etkili olması düşünülemezdi (…) AK Parti'nin başarısı, taşıyıcı olduğu ideolojiden çok, Genel Başkanı ve kadrolarıyla Türkiye'nin sosyolojisine denk düşen bir siyasi parti kimliğini taşımasıdır." AK Parti'nin 2002'de seçimleri kazanmasını muhalif çevreler, "Türk siyasi hayatında bir yol kazası" olarak görmüşlerdi. 2007'de oy oranını artırarak tekrar seçimleri kazandığında Vergin, bu tezin çoktan yanlışlandığını, "AK Parti'yi Türkiye'de siyasi gerçekliğin önde gelen bir unsuru yapan, onun siyasi kadrolarıyla ve öncelikle ve Genel Başkanı Tayyip Erdoğan'ın temsil ettiği özelliklerle Türkiye'nin sosyolojisine denk düşen bir parti olması onun uzun dönem iktidarlarını sürdürmesini sağlayacaktır" analizi üzerinden gerekçelendirecekti.
AK Parti yirmi yıllık siyasi ömründe, "Türkiye'nin sosyolojisine denk düşen bir parti olma" hüviyetini korumuştur. Değişen toplum sosyolojisine göre hem kendi siyasetini yenilemiş hem de Türk siyasetini toptan dönüşüme zorlamıştır. AK Parti, 2002 seçimlerinde 41 milyon 291 bin seçmenden yüzde 34,2'lik bir oranla 10 milyon 808 bin oy almıştı. Bugün sadece üye sayısı bile ilk seçimlerde aldığı oy sayısının üzerindedir. İlk seçimde aldığı oyların şu ana kadar hiç altına düşmemesi, iki cumhurbaşkanlığı seçiminde ve desteklediği üç farklı referandumda toplumun çok önemli bir çoğunluğunun desteğini elde etmesi, sosyoloji ile bağını sürekli yenilediğinin işaretidir.
2002 seçimlerinde CHP'nin oy oranı yüzde 19,4'tü. Bu gün için bu destekte kayda değer bir artışın olmadığı açıktır. Hala AK Parti ile arasındaki makas kapanmamıştır. Tüm seçimlerde de AK Parti, CHP'nin aldığı oyların nerdeyse iki katından fazla oy farkını korumaktadır.
2023 seçimlerine iki yıldan az bir sürenin kaldığı süreçte, AK Parti ile ilgili 2002'dekine benzer yorumlar yeniden revaçta. 2002'de seçimleri kazanmasını "bir yol kazası" olarak gören çevreler, bugün için AK Parti'nin oy oranının düşüş eğiliminde olduğu tezini gündemde tutmaktadırlar. Bu iddiaların aksine, yirmi yıldır iktidarda olan bir partinin bugün için oy oranını hala yüzde 40'lar civarında tutabilmesi, aslında muhalefetle rekabet etmekten çok kendi geçmiş başarısı ile rekabet etmek zorunda olduğunun bir göstergesidir.
Bu bağlamda, AK Parti'nin başarısını gelecek yirmi yıla da taşımasının yolu, toplumsal sosyolojinin beklentilerini karşılayarak bu sosyolojinin eğilimlerini dikkate alan siyaset üretmeye devam etmesinden geçmektedir. Taban eğilimlerini takip etmesinin yanında, toplumun beklentilerine göre alternatif politika geliştirmede muhalefetten her zaman önde olduğu gerçekliğini korumalıdır. İlaveten, bugünlerde yeniden eski alışkanlıkları nükseden geçmişin imtiyazlı çıkar gruplarının siyaseti dizayn etme ve etkileri altına alma girişimlerine izin vermeyerek, geniş toplum katmanlarının duyarlılıklarını ve beklentilerini önceleyen siyasetine ağırlık vermeye devam etmelidir.
[Sabah, 14 Ağustos 2021].