Siyasi liderlik, bugünü olduğu kadar geleceği de doğru ve isabetli okumayı, çıkması muhtemel krizleri önceden görmeyi, bunların çözümü için öneri ve teklifler sunmayı gerektirir. Türk dış politikası uzun yıllar gündem yaratma yerine, başka aktörlerin oluşturduğu gündemleri takip etme, bağımsız bir duruş sergileme yerine müttefiklik adı altında ülke çıkarları ile örtüşmeyen, hatta zaman zaman çelişen seçeneklerin peşine takılma talihsizliği yaşadı. Özellikle son on yılda Türk dış politikasındaki önceliklerin değiştiğine, Türkiye'nin, onu aynı kaderi paylaştığı ülkelerden soyutlayan, en uzun sınır komşusu ile çatışma noktasına getiren pasif dış politika gömleğini üzerinden çıkardığına ve mahkum edilmeye çalışıldığı fasit daireden çıktığına tanıklık ediyoruz. AK Parti dönemi, Türk dış politikasına yeni bir ruhun üflendiği, Türkiye'nin bölgesel ve küresel bir güç olarak temayüz ettiği, istikrar, barış ve iş birliği arayışlarında önemli bir merkeze dönüştüğü bir dönem olarak tarihe geçebilir. İç ve dış siyasetin iç içe geçtiği günümüzde, iç politikada istikrar sağlanmadan vizyoner bir dış politikanın oluşturulması ve sürdürülmesi mümkün değildir.
İşte Türkiye 2002 yılından itibaren onu uluslar arası sistemde düzen kurucu merkez bir ülke konumuna taşıyacak alt yapının inşa edildiği istikrarı yakaladı ve günümüze kadar da sürdürme başarısı gösterdi. Siyasi istikrar yanında kaydedilen ekonomik büyüme ve kalkınma Türkiye'nin kendine güvenini artırdı. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın sık sık altını çizdiği "kendine güven" vurgusu dış politika kararlarının alınmasında önemli bir dayanak oldu. Daha yakın dönemlere kadar hiçbir konuda belirgin ve görünür pozisyonlar almayan, uluslar arası kuruluşlarda etkili ses çıkaramayan Türkiye bugün pek çok ülkede ve uluslar arası kurumda sözüne itimat edilen, elini taşın altına sokması beklenen bir ülke konumuna geldi. Avrupa Birliği, ortak bir dış politika inşasında üyeleri arasındaki belirsizliklerle mücadele ederken, ABD başlattığı ve sürdürdüğü savaşların aşındırdığı imajını tamir etme çabası sürdürürken, Türkiye kaybettiği yılları telafi etmeyi başardı. Üstelik,çoğumuzun sadece hayalini süsleyen Afrika, Balkanlar ve Güney Amerika açılımlarını başlattı. Türkiye, realizmin tutsağı olmadı Soğuk Savaş sonrası kurulmaya çalışılan dünya düzeninin hala Batı ittifakının planladığı biçimde kurulamadığı, Türkiye, Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve İran gibi önemli aktörlerin ABD etkisindeki yeni hegemonik dayatmalara direndiğine tanıklık ediyoruz. Bu direnç, Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki kurulu düzenin sarsılmasını tetikleyen unsurlardan biri oldu.Bugün uluslar arası sistem yeniden kuruluyor ve Türkiye yakın coğrafyasındaki ülkeler için birinci ilham kaynağı konumunda. Yeni Türk dış politikasını farklı kılan, realist kaygılara esir olmamasıdır. Türkiye'yi ilham kaynağı yapan Başbakan Erdoğan'ın sessizlerin sesi, ezilen ve kendi topraklarında yurtsuz bırakılanların hamisi, rejimleri ve siyasi liderleri tarafından bastırılanların samimi bir sözcüsü olmasıdır. Eğer Türkiye bundan on, on-beş yıl önce olduğu gibi yanı başında olup bitenlere kulağını tıkamış olsaydı, zulüm ve haksızlıkları görmezden gelseydi ne bölge ülkelerine ne de dünyaya söyleyecek bir sözü olmayacaktı.
Türkiye'nin AK Parti döneminde i