"Sykes-Picot Anlaşması miadını doldurdu." Bugünlerde Ortadoğu'nun geleceğini konuşan herkesin dilinde bu cümle var. I. Dünya Savaşı ile bölgede kurulan düzenin iflas ettiğinin açık bir ifadesi olarak... Washington'dan Ankara'ya Erbil'den Cenevre'ye kadar siyasetçiler bölgedeki gidişatı açıklamaya bu tespitle başlıyorlar. Yeni sınırlar çizme ya da yeni bir düzen kurma hedefi güden aktörler de bu tespite sıklıkla referans veriyorlar.
DAİŞ'in "hilafet" devleti iddiası da Kürt milliyetçilerinin "Büyük Kürdistan" hayali de Sykes-Picot anlaşmasının artık geçersiz olduğu argümanından besleniyor. Referans vermeyenler için de durum hiç farklı değil. Herkes Ortadoğu'nun eskisi gibi olmayacağını biliyor, derinden hissediyor. Stratejilerini ve ittifaklarını yeniden gözden geçiriyor. İster bölgeye terörle mücadele önceliği ile yaklaşan ABD karar alıcıları olsun, ister vekilleri üzerinden savaş yürüten bölgesel güçler olsun. İsterse Suriye'de sivilleri bombalamaya devam eden Rus yetkililer olsun.
Bir günlük medya taraması bile yaşanan hercümerci anlamak için yeterli. Bir yanda Rus yetkililer Türkiye'nin Suriye'yi işgale hazırlandığını iddia ederken diğer yanda Irak Kürdistan Özerk Bölgesi Başkanı Mesud Barzani, bilmem kaçıncı kez, bağımsızlık yönünde referandum hazırlığı yaptıklarını söylüyor.
Bölgenin artan kaosu içinde Sykes-Picot anlaşmasının yerine neyin geçeceği de bilinmiyor. Suriye'den Yemen'e bütün mücadelenin temelinde yeni bir düzen ve paylaşım arayışı bulunuyor.
Evet, I. Dünya Savaşı'nın galipleri İngiltere ve Fransa'nın bölgemizde kurduğu suni düzenin sürdürülmesi imkânsızdı. Azınlıkların çoğunlukları baskıladığı ulus- devletlerin uzun ömürlü olması mümkün değildi. Özellikle de Irak ve Suriye'de... Ancak muhtemel çöküşü hızlandıran da aslında ABD oldu.
Bence en kritik kırılma Irak ulus -devletinin 2003 işgali ile çökertilmesiydi. İşgal ettiği ülkede yeni bir sistem kuramayan ABD, Irak'ı Maliki'nin mezhepçi yönetimine bırakarak tüm bölgeyi kapsayacak Sünni-Şii çatışmasının da zeminini hazırladı. DAİŞ'in Irak'taki Sünni öfkeden doğması bir tesadüf değildi. Suriye ulus- devleti de Esed rejiminin Arap isyanlarına verdiği kontrolsüz cevap yüzünden yıkıma uğradı. Ve Irak'taki krizle birleşerek tam bir cehenneme döndü.
Bu iki ulus -devletin çöküşü Ortadoğu'daki statükonun da yıkılması anlamına gelir. Zira Irak ve Suriye bölgenin istikrarında kilit ülkelerdi. Bu kilitler artık açıldı; ya da kırıldı mı demeliyim? Her iki ülke de I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı'nın küllerinden çıkarılan Arap ulus- devlet denemeleri arasında her şeye rağmen en başarılı olanlardı. Buralarda işletilemeyen ulus -devlet olgusunun Körfez'de tutunabilmesi çok zor. Dahası, Cenevre görüşmelerinin gösterdiği üzere ABD -Rusya ikilisinin bölgedeki çatışmalara yaklaşımı ile "Irak ve Suriye'nin bütünlüğünü korumak" bir söylemden öteye gidemez.
DAİŞ'in zeminini hazırlayanlar şimdi de Sünni Arapları yok sayarak ve PYD- YPG'ye destek vererek yeni bir çatışma düzlemini oluşturuyorlar. Bölgesel güçler daha iyi bir durumda değil.
Milli çıkarların mezhep çatışması kılıfına büründüğü bir ortamda bölge güçlerinin kendi düzenlerini kurması mümkün görünmüyor. Yeni başarısız devletlerin oluşması için mümbit bir muhit... Hiçbiri tümüyle konsolide olmamış ulus -devletlerin parçalanma korkusu daha nice çatışmalara gebe. Bunları engelleyecek tek şey daha fazla parçalanma yerine entegrasyon arayışı olabilir.
Türkiye'nin Sykes -Picot'dan kurtulma önerisi bu yöndeydi. Ne yazık ki kısa vadede olaylar tersi istikamette gidiyor. Suriye ve Irak halklarının yaşadığı insani krizin orta vadede bölge aktörleri için ibret olmasını dileyelim.
İşbirliği ve ortak menfaatlerin dünyasının getireceği barış yakın olsun. Zira yeni Sykes-Picot anlaşmaları bu coğrafyaya sükûn ve esenlik getiremez.
[Sabah, 6 Şubat 2016].