Geçen haftaki yazıda yeni Soğuk Savaş’ın işaretlerinden bahsetmiş ve ABD ile Çin’in, mevcut ve potansiyel kapasiteleriyle bu güç mücadelesinin en fazla öne çıkan aktörleri olacağını söylemiştik.
Şimdi bu güç mücadelesinde İslam dünyasının yerinin ne olduğuna bakalım.
Ekonomik ve askerî göstergeler maalesef İslam dünyasının dünya politikasına yön veren güç blokları arasında yer almadığını gösteriyor. Nüfusunun çoğunluğunu Müslümanların oluşturduğu 52 ülkenin dünya toplam üretimindeki (GSYH) payının 2017 yılında ancak yüzde 8,2 düzeyinde olduğu görülüyor.
Hâlbuki bu ülkelerin toplam dünya nüfusundaki payı yüzde 22,7 civarında. Yani dünya nüfusunun beşte birinden fazlasını oluşturan Müslümanlar, gücün en büyük göstergesi olan GSYH açısından toplam dünya üretiminin onda birine bile ulaşamıyor. Satın alma gücü paritesi açısından bakıldığında, İslam ülkelerinin dünya üretimindeki payı biraz daha yüksek görünüyor, ama yüzde 14,8’lik bu oran da İslam ülkeleri nüfusu toplamının çok gerisinde.
Askerî harcamalar açısından bakıldığında da İslam ülkelerinin payının yüzde 12,7 ile dünyadaki toplam askerî harcamalar içerisinde az bir miktara karşılık geldiği görülüyor. 2017 yılında ABD tek başına 609 milyar dolar askerî harcama yaparken İslam dünyasının toplam askerî harcaması 216 milyar dolar seviyesinde kaldı.Bu rakamlar Kuzey Amerika, Avrupa ve Doğu Asya’nın dünyanın önemli güç merkezleri olduğunu, İslam dünyasının ise, Latin Amerika ve Afrika gibi, dünya politikasına yön verecek bir askerî ve ekonomik güce sahip olmaktan hâlen uzak olduğunu gösteriyor.
Geçmişle karşılaştırdığımızda da, 250 yıllık “Batı’nın ekonomik ve askerî üstünlüğü” fenomenine meydan okumanın İslam dünyasından değil de, Doğu Asya’dan geldiği görülüyor.
1980 ve 2017 yılları GSYH’ları karşılaştırıldığında, İslam dünyasının dünya toplam üretimindeki payının aradan geçen 37 yıllık süre içerisinde ancak yüzde 7,5’den 8,2’ye çıktığı görülüyor. Buna karşılık Doğu Asya’nın 1980 yılında yüzde 16,2 olan payı 2017 yılında yüzde 29,7'ye çıktı.
Bu dönemde Doğu Asya ülkeleri ekonomileri ortalama 13 kat artış gösterirken İslam ülkelerinin ortalama ekonomik büyümesi 7,8 kat olmuştur. Bu 37 yıllık süre içerisinde Suudi Arabistan, İran ve Nijerya gibi ekonomileri petrole bağımlı olan İslam ülkelerinin ekonomik büyümesi Batılı ülkeler gibi düşük seviyede gerçekleşirken, Türkiye, Endonezya, Malezya ve Pakistan gibi ülkelerin ekonomileri Doğu Asya ortalaması gibi yaklaşık 12-13 kat civarında olmuştur.
Bu tablo, İslam dünyasının, güç politikasının giderek daha fazla öne çıktığı dünya siyasetinde kendisinden çok daha büyük güç blokları karşısında varlığını koruyabilmesi için ortak hareket etmesi ve ekonomik ve askerî kapasitesini artırması zorunluluğunu açık bir şekilde ortaya koyuyor.Tablodaki millî geliri en yüksek olan 10 İslam ülkesinden bazısı sanayide ilerledi, bazısı zengin enerji kaynaklarına sahip, aralarında nükleer silahlara sahip olan bile var.
Tek eksikleri ise iş birliği…
Emperyalist güçlerle değil de birbirleriyle iş birliği yapmayı öğrendiklerinde İslam dünyası da, eskiden olduğu gibi, dünya güç merkezleri arasında yerini alacak.
[Türkiye, 2 Mart 2019].