Yemen’de Husiler aktif silahlı mücadeleye 2004 yılında başladı. Yemen ordusu tarafından Husilere karşı başlatılan en kapsamlı operasyon 2009 yılında yapıldı.
Arap Baharı’nın başlamasından kısa bir süre önce yapılan söz konusu operasyona Suudi Arabistan yönetimi, hava desteği sağlamış ve Yemen ordusunun Husileri kuzeyden sarmasını sağlamak için topraklarını da kullanıma açmıştı.
Arap Baharı’ndan etkilenen Yemen’de uzun süre direnen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, 17 Temmuz 1978 yılında daha 36 yaşındayken başladığı Cumhurbaşkanlığı görevini, uğradığı bombalı saldırının ardından 34 yıl sonra 25 Şubat 2012 tarihinde bırakmak zorunda kalmıştı.
İlk bakışta Husiler ön planda olsa bile, aslında Husiler’i eski Cumhurbaşkanı Salih’e bağlı subaylar destekledi. Çünkü Salih Husilerle gizli bir anlaşma yapmıştı. Söz konusu gizli anlaşma, 22 Ekim 2014 tarihinde el Arabiya televizyonunda haber konusu bile olmuştur. Haberin alt yazısı, “Rapor; Ali Abdullah Salih’in Husilerle gizlice anlaştığı ve Sana’nın düşmesinde Salih’in de parmağı olduğunu belirtiyor.” Şeklindeydi.
Salih Husilerle anlaştığı dönemde, Suudi Arabistan’da yaşamaktaydı. O dönemde ülkeyi Kral Abdullah yönetmekteydi. Haliyle Krallık Divanı’nın Husi-Salih anlaşması biliyor olduğu iddia edilmektedir. Burada “eğer bu gizli anlaşma biliniyorsa neden göz yumuldu?” Sorusu kendini dayatmaktadır.
Bütün soruların cevabı, Yemen Operasyonunun arka planı ve hava harekatının başlamasında etkili olan faktörlerin içinde gizlidir. Operasyona neden olan faktörler şöyle sıralanabilir:
1. Suudi Arabistan’daki yönetim değişikliği; Husi – Salih gizli ittifakının Suudi Arabistan yönetimi tarafından bilindiği iddia edilmektedir. O tarihte Suudi Arabistan Kralı Abdullah ve Kraliyet Divanı Başkanı Tivegri ekibi için bir numaralı tehdit Husiler veya İran değil, Müslüman Kardeşler ve Arap Baharı rüzgarıyla gelen demokratik süreçti. Husiler’in geçen eylül ayında Sana’yı ele geçirmesi Mısır’da bile Müslüman Kardeşler’in Yemen’de bertaraf edilmesi olarak algılanmıştı.
Kral Selman’ın işbaşına gelmesi ve eski ekibin tasfiye edilmesinin ardından Suudi Arabistan’da tehdit algısı değişti. Selman yönetimi ülkede iç ve dış politikaya yeni bir bakış açısı getirdi. Arap ülkelerinin doğusundaki İran nüfuzunu kırmayı hedefleyen Selman ve ekibi, Suriye ve Irak gibi diğer Arap ülkelerindeki gelişmelere de daha farklı bir perspektiften bakmaktadır.
2. İlk Arap ittifakı; Arap Birliği ülkelerinin “anlaşmama konusunda anlaştığı” söylenir. Ancak Yemen dosyasında Arap ülkeleri yıllar sonra ilk kez ittifak ederek Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur Hadi’nin meşruiyeti ve tekrar görevine geri dönmesi konusunda anlaşmıştır. Arap liderlerin önemli bir bölümü, bölgedeki tehlikenin sadece Müslüman Kardeşler gibi siyasi cemaatler değil, bütün devletleri içine alabilecek kadar büyük olduğunu idrak etmiş görüntüsü vermektedir. Şarm el Şeyh Arap liderleri zirvesinde, Mısır Cumhurbaşkanı Sisi dışındaki bütün konuşmacıların meşruiyete vurgu yapması tesadüf değildir.
3. Amerika’nın İran tercihi; Amerikan Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin çekincelerine rağmen, İran yönetimi ile diyaloğu sürdürmeyi ve ilerletmeyi tercih etti. ABD Irak’ta IŞİD’a karşı İran ile ortak hareket etmiştir ve etmektedir. Körfez ülkeleri, ABD – İran İttifakını bölge için en büyük tehdit olarak kabul ettikleri, “İran’ın yayılımcı politikalarına ve Şia Hilali hedefine ABD desteği” olarak algılamıştır.
4. Uluslararası toplum ve Amerika tarafından bölgede oluşturulan otorite boşluğu; IŞİD, Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan otorite boşluğundan doğdu ve beslendi. Yemen’de Arap Baharı’nın ardından oluşan yeni yapıya, Kral Abdullah yönetimi ve diğer körfez ülkeleri Müslüman Kardeşler çekincesinden dolayı destek vermemiştir. Yemen’de oluşan boşluğu haliyle ise eski rejim ve Husiler doldurmak istedi.
5. Eski rejimlerin tekrar dirilme hedefi; Irak’ta IŞİD, Saddam’a yakın gruplar tarafından ve hatta Saddam’ın Ürdün’de yaşayan kızı Ragd tarafından desteklendi. Yemen’de ise eski Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih, 2009’da savaştığı Husiler ile ittifak oluşturarak Sanaa’yı ele geçirdi. Bu nedenledir ki, Salih’in iktidar şehvetine yenik düştüğü ve Husilerle anlaşarak ülkenin milli güvenliğini tehlikeye attığı söylenmektedir.
6. Bab el Mendeb’in İran’ın kontrolüne geçme endişesi; Batı’nın ve uluslar arası arenanın operasyona sessiz kalması ve destek vermesinin sebeplerinden birisi, Kızıldeniz’i Aden Körfezi’ne bağlayan Bab el Mendeb’in Husilerin eline geçmesi endişesidir. Dünya deniz ticaretinin önemli bir bölümünün Suveyş Kanalı ve Bab el Mendeb üzerinden yapıldığı düşünüldüğünde bölgenin stratejik önemi daha iyi anlaşılmaktadır. Burası o kadar önemlidir ki, İsrail medyası bugünlerde Mısır’ın Yemen Operasyonu gerekçesiyle Bab el Mendeb’in kontrolüne geçebileceği endişesini bile gündeme getirmeye başladı.
7. İran kıskacı endişesi ve İran nüfuzunun kırılması: Körfez yönetimleri, İran’ın Suriye ve Irak marifetiyle kuzeyden, Hizbullah marifetiyle batıdan Körfez’i kıskaca almayı hedeflediğini düşünmektedir. Yemen’de Şii Husilerin yönetime gelme ihtimali bu endişeyi daha da artırdı. Çünkü Bahreyn’de çoğunlukta olan Şiiler, diğer Körfez ülkelerinde de etkilerini her geçen gün artırmakta, bu durum İran’ın körfezdeki nüfuzunu güçlendirmektedir. Suudi Arabistan’ın İngiltere Büyükelçisi Muhammed bin Nevvaf’ın da buna işaret ederek, “operasyon Yemen halkının güvenliği ve İran’ın bölgedeki nüfuzunun kılması için” başlatıldı” demiştir.
8. Körfez’de oluşan entelektüel birikim; Suudi Arabistan başta olmak üzere körfez ülkelerinde Avrupa ve ABD’de eğitim gören, iyi yabancı dil konuşan ve dünyayı tanıyan yeni bir entelektüel kesim oluştu. Dünya dengelerini iyi bilen bu grup ellerindeki finansal imkanlar gibi farklı enstrümanları daha iyi kullanarak eskiye nazaran oldukça etkili lobi çalışması yapmakta ve dış destek sağlayabilmektedir. Bu operasyonda ortaya çıkan Türkiye, Mısır ve Pakistan troykası bu bunun en önemli göstergesidir. Suudi Arabistan yönetimi bu denklemin içine Sudan’ı da katmış ve uluslararası arenada yeni bir perspektif belirlemeyi tercih etmiştir. Geçte olsa Batı’dan gelen destek te yine aynı yöndeki okumaya işaret etmektedir.
9. Ortak Arap Askeri Gücü; İki ay önce Kahire’de Arap Birliği toplantısında gündeme gelen Ortak Askeri Güç için Yemen operasyonu ön hazırlık olarak kabul edilmektedir. Yeni askeri gücün etkili unsurunun Mısır olacağı düşünülmekteydi. Ancak Operasyon, 4 ay içinde oluşturulması planlanan askeri gücün lokomotifinin Körfez ülkeleri olacağı öngörüsünü güçlendirdi.
10. Profesyonellik; Bir işin amatörlük veya profesyonelliğini belirleyen unsur paradır. Körfez ülkeleri son dönemde daha profesyonel bir yapıya doğru kaymaya başladı. Katar yönetiminin ön ayak olduğu uluslararası arenada etkili olma girişimleri, diğer körfez ülkelerini de teşvik etmiştir. Filistin, Mısır, Libya ve Yemen’de siyasi olarak zaten etkili olmaya başlayan Körfez ülkeleri, Yemen’de bir adım daha ileri giderek, etki gücünü geliştirmiş ve müdahale çıtasını askeri operasyon yapabilme seviyesine çıkarmıştır.
11. Egemen bir ülkeye operasyon yapma endişesi; Operasyonun Aden’in düşme ihtimalinin belirmesinden hemen önce yapılması tesadüf değil. Aden’in düşmesi ve Hadi’nin ülkeden ayrılması durumunda, meşruiyet sorunu ortaya çıkabilirdi. Kısa bir süre içerisinde Yemen’de yeni bir Cumhurbaşkanının seçilme ihtimali de vardı. Bu durumda egemen bir ülkeye müdahale edilmiş olacaktı. Hadi’nin ülkeyi terk ettiği şeklindeki İran kaynaklı haberler de aslında yeni bir meşruiyet arayışının işaretlerini taşımaktaydı. Yemen ile Suriye arasındaki fark işte buradadır. Yemen hava operasyonu “meşru bir cumhurbaşkanına müttefiklerin desteği” şeklinde yorumlanmaktadır. Amerika ve Avrupa’nın İsrail’e desteği gibi.
Öyleyse söz konusu operasyonun gerçekleştirilmesinde Körfez’de değişen tehdit anlayışının etkisi büyüktür. Kral Abdullah yönetimi Yemen’deki değişimi, Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih’in geri dönüşü, Arap Baharı ve Müslüman Kardeşler’in bertaraf edilmesi olarak algılamaktaydı.
Ancak Kral Selman ve ekibi madalyonun öbür yüzüne bakarak, yeni bir okuma yapmış ve Yemen politikasında tutum değişikliğine gitmiştir.
Öyleyse Operasyonun asıl hedefi İran’ın bölgedeki nüfuzunu kırmaktır. Bağdat ve Tahran’dan yapılan iki ayrı uzlaşma önerisine rağmen bombardıman devam etmektedir. Operasyonun hedeflerine ulaşması durumunda Suriye ve Irak’ı da etkileyeceği aşikardır.
[Dünya Bülteni, 1 Nisan 2015]