Uzun ince bir yoldayız, gidiyoruz gündüz gece…” Türkiye’nin yaklaşık on beş yıllık sistem dönüşümü hikâyesini Aşık Veysel’in dizelerinden daha iyi anlatan bir ifade olamaz herhalde. Siyasette, kurumsal yapılarda, ekonomide ciddi bir kabuk değişimini tamamlamak ve ülkemize global ligde sınıf atlatmak için uzun ve çetrefilli bir yolda ilerliyoruz. Bu yolda makroekonomik istikrar ve finansal yönetim gibi daha hızlı mesafe alınan alanlar da var; kamu yönetimi reformu, sanayi-teknoloji politikaları gibi adımların nispeten yavaş ilerlediği alanlar da… Ama asıl önemli olan, gerek siyasi ve idari reformlar gerekse sosyoekonomik reformlar konusunda dönüşüm inisiyatifini asla kaybetmemek; yerleşik vesayet mekanizmalarını yıkmadan idare-i maslahat konformizmine kapılmamak.
Son yıllarda özellikle fiziki altyapı, eğitim-sağlık altyapısı, ulaştırma, enerji, lojistik, milli savunma gibi alanlarda atılan dev adımlarla Türkiye’nin küresel sistemde “yükselen güç” tanımını hak edecek bir konuma geldiğini teslim edelim. Ama diğer taraftan, AK Parti yönetimlerinin hep bahsettiği “yeni hikaye”yi yazabilmek için aşmamız gereken ciddi bir sistem sancısı olduğunu da kabul edelim. Halk tarafından yüksek oyla seçilen bir başbakan yanında yine halk tarafından ezici bir çoğunlukla seçilen ve Tayyip Erdoğan ağırlığında bir Cumhurbaşkanı’nın bulunduğu yönetim mekanizması, hâlihazırdaki şekliyle sürdürülebilir değil. Milli iradenin temsili, siyasi sorumluluk ve hesap verebilirlik açısından daha net bir sisteme ihtiyacımız var. Başkanlık, yarı başkanlık ya da partili cumhurbaşkanlığı formüllerini önyargısız olarak tartışıp sistemi rahatlatacak adımların atılması için inisiyatif almak elzem.
Diğer taraftan, hükümetin ekonomi yönetiminde oluşan mimari, Türkiye’nin finansal krizler geçmişinin oluşturduğu toplumsal hafızanın bir yansıması olarak fazlaca “finansal” bir görüntü veriyor. Makroekonomik ve finansal istikrarı koruma refleksi sonucu, Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı, adeta finansal koordinasyondan sorumlu bir yapı görüntüsünde. Bilim, sanayi-teknoloji politikaları, reel ekonomi ile ilgili Ar-Ge ve inovasyon konuları, yükseköğretim-sanayi ilişkisi gibi meseleler daha ikincil konular olarak gündeme geliyor. Burada da finansal ekonomi yanında reel ekonomi ve bilgi ekonomisi stratejilerini koordine edecek başbakan yardımcılıkları gibi üst düzey mekanizmalara ihtiyacımız var.
Sistem sancısının bir diğer yönü de özellikle özel sektördeki oligarşik yapıların bir tür “yaratıcı yıkım” ile değişmeleriyle ilgili. Daren Acemoğlu ve James Robinson ünlü eserleri “Ulusların Düşüşü”nde (Why Nations Fail) dünya tarihinde hızlı ve sürdürülebilir kalkınmayı başaran toplumların kapsayıcı kurumlar inşa edebilen toplumlar olduklarını vurguluyorlar. Kapsayıcı kurumlar inşa etmenin bir tarafı, siyasette ve ekonomide gerekli miktarda merkezi kontrolü sağlayıp istikrarı güven altına almak; ki bunu büyük oranda başardık diyebiliriz. Ama önemli bir unsuru da özellikle ekonomik rekabete geniş toplum kesimlerinin katılımını sağlayacak rekabetçi ve dinamik bir ortam oluşturmak. İşte bu noktada hâlâ atılması gereken oldukça fazla adım olduğunu söyleyebiliriz. Son iki-üç yıldır farklı sebeplerle duraklayan Anadolu Aslanları yeniden canlanmalı ve ülke sathındaki girişimcilik ile sosyoekonomik dinamizm artmalı ki, “yeni hikaye”miz sahici ve inandırıcı olsun.
[Bugün, 25 Aralık 2015]