Türkiye, 1 Kasım tekrar seçimlerine giderken yine bir meydan okumanın eşiğinde. Bir türlü bitmeyen türbülansın yeni bir evresine adım atıyoruz. Aslında bu evre, farklı Türkiye vizyonlarına sahip aktörlerin kıyasıya mücadele ettikleri ancak bir türlü yenişemedikleri bir sürecin devamı sadece.
Bu sürecin adı "On üç yıllık AK Parti iktidarının muhasebesidir." Muhalifler için sürecin anlamı "AK Parti'den ve yaptıklarından nasıl kurtulacaklarıdır." AK Parti için ise "ülkeye yaşattığı dönüşümü tamamlamak ve geri döndürülemez yere taşımaktır." Uluslararası güçlerin zaviyesinden ise süreç "Türkiye'nin tedip edilmesi ve güvenli müttefik konumuna getirilmesi çabasıdır."
Bu kadar zıt perspektifler açısından bakıldığında bile ortak tespit, Türkiye'nin bir "geçiş" döneminde olduğudur. Söz konusu "geçiş dönemi" Gezi olayları ile başladı; 17 Aralık ve Kobani ile devam etti. 7 Haziran seçimlerinde AK Parti'nin tek başına iktidarı kaybetmesi ise türbülansın en yoğun anı oldu.
Muhalifler için hikâye hazırdı, çok tekrarlanmıştı: "Ülke otoriter sultandan kurtarılacaktı." Ve güya ülke iddialı dış politikasından vazgeçerek uluslararası sistemde "rahat ve güvenli bir koya" çekilecekti.
Olmadı. AK Parti karşıtlığında birleşen muhalefet partileri kısa sürede aralarındaki derin ayrılıkları fark ediverdiler. Ne kendi aralarında ne de AK Parti ile uzlaşabildiler.
Şimdi yeniden seçim meydanları göründü... Bildik argümanlar yenilenme ihtiyacı bile duyulmayan ambalajlarla seferber ediliyor. İki yıldır Türkiye'nin iç siyaseti hakkında en ideolojik açıklamaları yapmakta beis görmeyen uluslararası medya yine anakronik benzetmelerle ve önerilerle arz-ı endam ediyor.
Financial Times, yaklaşan seçimlerin Türkiye için ne kadar hayati olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı "sultana" benzeterek anlatmayı tercih ediyor. Argüman çok basit: "IŞİD barbarlarıyla, yeniden alevlenmiş Kürt çalkantısıyla ve ekonomik kansızlıkla çembere alınmış Türkiye'nin hepsini kucaklayan problemi Erdoğan'dır."
Bu "probleme" çözüm önerisi de New York Times gazetesinde ABD eski Türkiye büyükelçisi Eric Edelman'dan geliyor: "Başarısız bir Suriye politikasından ve Tayyip Erdoğan'ın mutlak siyasi güç inadından kaynaklanan bir girdaba sürüklenmemesi için Türkiye'ye baskı uygulamak gerekmektedir."
İçteki AK Parti muhaliflerinin söylemini "gönüllüce" tekrarlayan uluslararası çevrelerin ana derdi, AK Parti iktidarının Türkiye'ye uluslararası sistem içinde biçtiği rolle ilgili. Türkiye'nin Suriye'de, Irak'ta ya da Balkanlar'da kendi "milli öncelikleri" olmasından hazzedilmedi. Çözüm sürecinin "milli bir proje" olmasından da hiç hoşlanılmadı.
Kürtlerin kaderinin belirlenmesinde Türkiye'nin etkin olması da "kabul edilemezdi." DAİŞ'le mücadelede ABD ile anlaşan Türkiye'nin bu konuda bile harfi harfine "uyumlu" olması isteniyor. PKK'nın terör örgütü olduğunu unutan Edelman, Türkiye'nin son operasyonları ile PYD'nin savaşma gücünü azalttığını dert ediniyor. Hem de PYD üzerinden PKK'ya giden silahların Türkiye için nasıl bir tehlike arz ettiğini hiç önemsemeden.
Edelman'ın milli menfaatlerimizi önemsemesini bekleyemeyiz elbette. Ancak şurası net: Türkiye kendi içindeki "AK Parti iktidarı ile muhasebe sürecini" tamamlamadıkça bu türbülans bitmeyecek. İçteki sorunlarımız dış çevrelerin menfaatlerine göre kullanılmaya devam edecek.
Evet şimdilerde bir geçiş döneminin hikâyesi yazılıyor. 7 Haziran- 1 Kasım arasında neler olduğu da söz konusu hikâyenin geleceğini belirleyecek. Bu müstesna geçiş döneminde yaşayanlar olarak hafızamızı güçlü tutmakta fayda var derim.
[Sabah, 29 Ağustos 2015]