Neredeyse iki yüz yıldır medya, bir özerklik ve tanınma mücadelesi veriyor.
Devleti ve toplumu yarayışlı bir aygıt olduğuna ikna etmeye çalışıyor. Kendisini demokrasinin, müzakerenin, modern siyasetin teminatı olarak yansıtıyor.
Dış dünyadaki bilinemeyenleri bilinir kıldığını, gerçekliğe ayna tuttuğunu iddia ediyor.
Ediyor etmesine ama, medya yine iki yüz yıldır bir manipülasyon mekanizması olarak suçlanmaktan bir türlü kurtulamıyor.
Hem toplumun, hem devletin içinden yükselen sesler medyayı aldatmayla, çarpıtmayla, yanlış yönlendirmeyle itham etti yıllar yılı.
Medyanın bir endüstri halini aldığı dönemden bu yana, yayınevi sahipleri, gazete patronları, televizyon yayıncıları vb. unsurlar bu ithamlara maruz kaldılar.
Medya, modern bir endüstri olarak kurumsallaşmaya başladığı dönemden bu yana haber, eğlence ve reklam alanlarında üretim yaptı.
Üretim temelli kapitalist sisteme kendi “ürün”leriyle katkıda bulundu. Yirminci yüzyılın başlangıcından bugüne dünya yüzeyindeki yayılmasını sürdüren tüketim temelli kapitalist sistem ise medyadan çok daha fazla yararlandı. Sadece ürünleriyle değil, oluşumuna katkıda bulunduğu tüketimcilik ideolojisi ve haz ekonomisi ile yeni bir kültürel gerçeklik zemini inşa etti.
Eleştirel medya analizi yapanlar en temelde medyanın yanlış ihtiyaçlar yarattığını, böylelikle aşırı tüketimi özendirerek bir “bolluk toplumu” imgesi oluşturduğunu söylediler. Bu süreçte ötekileştirilen, medyanın eğlence ve reklam içerikleri oldu.
Medyanın ürettiği haber içerikleri ise, çoğunlukla manipülasyon yarattığı düşünülerek eleştirildi. Medyanın “haz ekonomisi”ne yaptığı katkı kadar, “hız” ve “sansasyon”u norm olarak kabul eden habercilik dilinin yarattığı yanlış yönlendirmeleri sorunsallaştırıldı.
Bu noktada, medyanın ideolojik kökenleri, motivasyonları sorgulandı. Medya profesyonellerinin sosyo-ekonomik kökenleri üzerinde duruldu. Medyanın sadece içerdiklerine değil dışarıda bıraktıklarına odaklanmak gerektiği söylendi.
Medyanın haber içeriklerine ilişkin geleneksel eleştiri dili, haberin nerede, hangi sıklıkla, ne tür bir vurguyla verildiğine odaklandı. Haberin manipülasyon ihtimali ile uğraştı.
Medya, bu saldırılar karşısında daima kendisini savundu. Dördüncü kuvvet olduğunu, hakikati temsil ettiğini, açık siyaseti mümkün kıldığını söyledi. Bariz bir biçimde kendisini gösteren sansasyon ve manipülasyon girişimlerini ise marjinal girişimler olarak takdim etti.
Bu bağlamda gazeteler, yıllarca ideolojiden arınmış bilginin kaynağı olarak yansıtıldı. Haber ve yorum arasında bir ayrım yapıldı. Yine, tabloid gazetelerle ciddi haber gazeteleri birbirinden ayrıştırıldı. Tabloid gazetelerde sorun olabilirse de, ciddi haber ve yorum gazetelerinde bunun olması mümkün değildi.
Örneğin New York Times gazetesi uluslararası çapta ciddi haber ve yorum gazetesi dendiğinde akla gelen ilk örneklerdendi. Zaman zaman yaptığı manipülasyonlar, eksik bıraktığı hususlar ele alındı. Noam Chomsky, birçok kez New York Times’ın ideolojik motivasyonlarından bahsetti.
Fakat, gün gelip de New York Times’ın asparagasa tenezzül edeceği kimsenin aklına gelmezdi. New York Times, R. Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun Ankara Hacı Bayram Veli Camii’nden çıkarkenki fotoğraflarını “IŞİD Militanları, teröristler işte burada yerleştiriliyor” haberiyle verdi. Gelen tepkiler üzerine NYT, “fotoğraf yanlış ama haberimizin arkasındayız” gibi ucube bir açıklama yaptı. Bu noktada insanın “fotoğraf haberin nesi olur” diye sormak bile gelmiyor.
New York Times, Sözcü ve Zaman gazetesiyle aynı pozisyona düştü. Türkiye’de büyütülen Erdoğan karşıtlığının nasıl evrensel bir hal aldığını ve bu süreçte medyada manipülasyon düzeninden asparagas düzenine nasıl geçtiğimizi somut bir biçimde bir kez daha görmüş olduk. "
[Akşam, 21 Eylül 2014]