Türkiye ekonomisi son 18 yıllık AK Parti iktidarı döneminde ciddi bir mesafe katetti. İstisnai düzeyde düşmanca bir tavır içinde bulunan muhalefetin tam tersi yöndeki mesnetsiz iddialarına ve dezenformasyonlarına rağmen bu gerçek gün gibi ortada.
Bununla birlikte, ekonomik olarak daha alınacak çok mesafenin ve daha gerçekleştirilmesi gereken önemli reformların olduğu da belirtmek gerekiyor; vergi reformu gibi. Bütün bunların haricinde ise aslında Türkiye'nin 2000'li yıllarına damga vuran, fakat üzerinde bugüne kadar direkt olarak hiç durulmamış bir konu var: Yaşanan söz konusu ekonomik gelişime paralel olarak Türkiye'de 2000'li yıllarda aslında ciddi bir zihinsel dönüşüm de yaşandı. Ve belki de bu zihinsel dönüşüm elde edilen ekonomik kazanımlar kadar değerli oldu.
Yaşanan bu zihinsel dönüşümün üç boyutu bulunuyor. İlk olarak, Türkiye ekonomisi 2002-2018 döneminde yüzde 137 düzeyinde büyüdü. Bu yılda yüzde 5,7 düzeyinde bir büyümeye tekabül ediyor. Dünya Bankası verilerine göre –enflasyondan arındırılmış satın alma gücü paritesine göre– kişi başı milli gelir de aynı süreçte 15.030 dolardan 28.300 dolar seviyesine yükseldi. Bu yüzde 88'lik bir artış anlamına geliyor.
Yani Türkiye ortalama olarak bu düzeyde zenginleşti. Bir önceki yazımda belirttiğim gibi, aynı süreçte asgari ücretin reel değeri iki katı düzeyine çıktı. Yapılan sosyal harcamaların düzeyinde ise dramatik bir artış sağlandı. Yani, ülkenin bir bütün olarak ciddi ölçüde zenginleşmesine paralel olarak toplumun en az gelire sahip olan kesiminin ekonomik durumunda da önemli bir iyileşme sağlandı. Evet, daha alınacak çok yolumuz var. Düşük gelirli kesimlerin halen önemli ekonomik sıkıntıları var.
İstihdam piyasasında çözüm bekleyen önemli problemler var. Fakat bu sorunlar Türkiye'nin son 18 yıllık süreçte katettiği mesafeyi görmemize engel olmamalı. Zaten tam da katedilen bu mesafe nedeniyle Türkiye'de toplumun bir bütün olarak ekonomik beklentilerinde ciddi bir artış oldu. Zihinsel bir dönüşüm yaşandı. Artık hemen her alanda beklentiler daha yüksek. Tavırlar daha farklı. Yaşanan ekonomik kalkınma kadar bu zihinsel dönüşüm de önemli.
İkinci olarak, devletin vatandaşlara sunduğu hizmetin kalitesinde son 18 yıl süreçte ciddi bir artış sağlandı. Sağlık hizmetinin eskiye kıyasla bugün nasıl çok daha ileri bir noktada olduğu hepimizin malumu. İnsanların muayene olmak için bile daha güneş doğmadan hastanelere doluşmak zorunda kaldığı, ilaç fiyatlarının el yaktığı, hastanelerin döküldüğü, düzgün bir şekilde muayene olma yolunun doktorların özel muayenehanelerinden geçtiği, doktorların "bıçak parası" almasının yaygın bir uygulama olduğu bir Türkiye vardı. Bugün ise o günlerle karşılaştırılamayacak ölçüde kaliteli, ucuz ve insani bir sağlık hizmeti alıyoruz. Yine belirtmek gerekirse bu alanda da tabii ki alınacak mesafeler var. Fakat yaşanan dönüşüm gerçekten göz kamaştırıcı.
Son 18 yıllık süreçte eğitimde yaşanan nicel genişleme de hepimizin malumu.
İlköğretimin tüm topluma gerçek anlamda yayılması 2000'li yıllarda gerçekleşirken lise eğitiminde kitleselleşme de bu dönemde yaşandı. Okul kitapları ücretsiz hale getirildi. Eğitimde teknolojik düzey ciddi şekilde arttı. Pandemi sürecinde EBA'nın ne kadar başarılı bir şekilde uygulandığını gördük. Üniversite sayısında yaşanan dramatik artışla birlikte yükseköğretimde de muazzam bir genişleme sağlandı. Bütün bunlar Türkiye'nin eğitim sahasında da görünümünün ciddi bir şekilde değişmesini sağladı.
İnsanların eğitim sisteminden beklentileri de yaşanan bu dönüşüme paralel bir şekilde önemli oranda yükseldi. Fakat bu noktada vurgulamak gerekir ki bir bütün olarak eğitim sisteminde yaşanan nicel ve teknolojik gelişime nitel gelişim pek eşlik edemedi.
Eğitim sistemi geleneksel olarak içinde bulunduğu nitel durgunluğu ve motivasyonsuzluğu aşamadı. Açıktır ki bu sorunları aşmamız, bilimi ve eleştirel düşünmeyi eksene alan bir eğitim sistemine kavuşmamız gerekiyor.
Ayrıca, aslında pek farkında olunmasa da vatandaş ile devlet arasındaki iletişimi kolaylaştıran ve hızlandıran e-devlet uygulaması ve diğer dijital hizmetler de Türkiye'de vatandaşların gündelik hayatlarında önemli bir iyileşmeye neden oldu.
Artık birçok kamusal işi halletmek için vergi dairesine veya nüfus müdürlüğüne gitmeye gerek yok. Genel olarak uygulanan randevu sistemi de vatandaşların işlerini halletmek için harcadıkları süreyi ciddi ölçüde azalttı. İçinde gelişmiş ülkelerin de bulunduğu birçok ülkenin Türkiye'nin sergilemiş olduğu dijital dönüşümün ve ulaştığı dijital etkinliğin gerisinde kalmış olması ise elde edilen bu başarının "kader" olmadığının önemli bir göstergesi.
Üçüncü olarak, hem siyaseten hem de ekonomik olarak bağımlı bir Türkiye'den bağımsız bir Türkiye'ye doğru özellikle 2010'lu yıllarda ciddi bir mesafe katedildi. Zaten Türkiye'nin özellikle 2013'ten bu yana başta ABD olmak üzere birçok "gelişmiş" ülkenin hedefinde olmasının arka planında da bu durum yatıyor. Türkiye uluslararası arenada bağımsız hareket etmeye ve kendi çıkarlarını savunmaya çalışıyor. Mavi Vatan bilinci bu uyanışın bir ürünü. Bakınız, Türkiye'nin ulusal çıkarları Türkiye'nin sınırlarının çok ötesine uzanıyor. ABD ve diğer ülkeler için geçerli olan bu durum Türkiye için de geçerli. Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki çıkarlarını savunmasının ve enerji güvenliği/bağımsızlığı noktasında ciddi bir adım atabilmesinin tek yolu da tabii ki mücadele. İşte 2000'li yıllarla birlikte Türkiye'nin artık kendi çıkarlarını savunma noktasında ciddi düzeyde bir irade gösterebildiği bir düzleme kavuştuk ki bu da ciddi bir milli gurur vesilesi.
Ekonomik düzlemde ise savunma sanayii kritik bir öneme sahip. Savunma sanayiinde yerlilik oranı yüzde 20'lerden yüzde 70'lere yükseldi. Bu çok ciddi bir gelişme. Teknolojik düzeyde ve kapasitede de ciddi bir ivme yakalandı. İHA ve SİHA'lar yaşanan bu dönüşümün en bilinen örnekleri ve Suriye'de gerçekleştirilen operasyonların başarılı olmasında ve PKK'nın etkinliğinin yok düzeyine getirilmesinde ciddi bir paya sahip. Türkiye yine oldukça gecikmeli bir şekilde de olsa yerli otomobiline kavuşma noktasında ciddi bir iradeyi de ancak 2010'lu yıllarda gösterdi. TOGG ile birlikte Türkiye elektrikli otomobilde küresel bir marka olmaya çalışacak. Bir önceki otomobil teknolojisinde (içten yanmalı motor) geride kalan Türkiye bu seferkinde (elektrikli otomobil) dünyada öncü ülkelerden olmak istiyor ve bu yönde ciddi bir irade ortaya koyuyor. İşte en başta mutlu olunması gereken bu iradedir ve bu irade hayata geçirildiğinde Türkiye'nin zihinsel olarak daha da farklı bir faza geçeceği söylenebilir.
Genel olarak, siyasi ve ekonomik boyutlarda 2010'lu yıllarda sergilenen bağımsızlık arzusu ve güçlü olma iradesi –farkında olunsa da olunmasa da– insanların zihinlerindeki Türkiye imgesini ciddi ölçüde değiştirdi. Ve Türkiye mesafe katettikçe değiştirmeye de devam edecek.
Öte yandan, belirtmek gerekir ki finansal kırılganlık ve cari açık Türkiye'nin 2020'li yıllarda çözmesi gereken problemlerin başında geliyor. Cari açığın zaten önemli ölçüde gerilediğini belirtelim. Türkiye ekonomisi güçlendikçe ve doğru iktisat politikaları uygulandıkça Türkiye bu finansal kırılganlığı minimize edebilme ve cari açığı problem olmaktan çıkarma imkanını da yakalayacaktır.
Bunların haricinde vurgulanması gereken bir husus daha var: Türkiye 2000'li yıllara gelindiğinde henüz sağlam ve yaygın bir altyapıya (yollar, köprüler, tüneller vb.) sahip bulunmuyordu. İşte, 2000'li yıllarda bu sorun peyderpey ortadan kaldırıldı. Bugün Türkiye görece sağlam ve yaygın bir altyapıya sahip. Özellikle muhalif çevreler sağlanan bu muazzam gelişmeye dudak bükme eğiliminde olsa da gelişmiş bir ülke ekonomisine sahip olmanın en temel şartı sağlam ve yaygın bir altyapıya sahip olmaktır. Bu çok net. İşte 2000'li yıllarda Türkiye için kritik öneme sahip olan bu konuda da ciddi bir irade gösterildi. Artık yollarda da "beklentilerimiz" çok daha üst seviyede.
Canlı ve dinamik bir yapıya sahip olan Türkiye ekonomisi 2000'li yıllarda AK Parti hükümetleriyle birlikte ciddi bir gelişim gösterdi. Türkiye'nin çehresi değişti. Bu noktada belirtmek gerekir ki 2003-2016 döneminde sermaye hareketleri belirli ölçüde kontrol altında tutulsaydı ve (özellikle 2004-2009 döneminde) daha düşük politika faiz oranları uygulansaydı ve böylece TL'nin (yüzde 50-60 düzeylerinde) aşırı değerli olmasının önüne geçilseydi daha da büyük bir gelişimden söz edebilirdik. 2016-2018 döneminde yaşanan finansal saldırılar neticesinde TL, dolar karşısında görece "normal" düzeylerine geldi. Belirtmek gerekir ki bu saldırılar yaşanmasaydı da 2016'dan sonra TL, dolar karşısında görece yavaş bir şekilde ve ekonomiye önemli bir zarar vermeden değer kaybedecekti. Pandemi süreci nedeniyle TL/dolar kuru normal düzeylerini önemli ölçüde aşmış olsa da uzun vadeli perspektiften bakıldığında kurun geldiği bu normal düzeyler ve uygulanan/uygulanacak doğru para politikaları Türkiye ekonomisinin 2020'li yıllardaki gelişimine ayrıca destek olacaktır.
2000'li yıllarda yaşanan ekonomik ve zihinsel dönüşüm daha birçok açıdan incelenebilir. Türkiye 2000'li yıllarda bir taraftan çeşitli boyutlarda ekonomik/maddi gelişim gösterdi, diğer taraftan da –yaşanan bu gelişime paralel olarak– insanların beklentilerinde ciddi bir yükseliş meydana geldi. Türkiye bugün 1990'lı yılların Türkiye'sinden ekonomik olarak çok daha ileride. Daha alınacak çok mesafe olduğu ise ortada. Bunların gerçekleştirilebilmesi noktasında ise siyasi söyleminin eksenini dezenformasyon oluşturan, ekonomik gelişmeye dönük herhangi bir projesi bulunmayan ve zaten 2000'li yıllarda gerçekleştirilen bütün projelere bir şekilde karşı çıkmış olan muhalefetin herhangi bir ışık vermediği ortada. AK Parti'nin karnesinde eğrisiyle doğrusuyla Türkiye'nin 2000'li yıllarda katettiği muazzam mesafe bulunuyor. İlginç olan husus ise muhalefetin içinde bulunduğu bu durumun önemli katkısıyla AK Parti'nin 18 yıllık iktidarına rağmen halen alternatifsiz olmayı sürdürmesi.
[Sabah, 15 Ağustos 2020].