Dün gerçekleşen Türkiye – AB liderler zirvesi sonrasında yapılan basın açıklamasında Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tavırları, üzerinde durduğu konular, üslubu ile AB'li liderlerin açıklamaları arasında bariz farklar vardı.
AB liderlerinin açıklamalarına bakın. Kuru bir diplomatik dil, müzakerelerin sürmesi için kuru bir temenni; Zeytin Dalı için uluslararası hukuka uyma çağrısı; mülteciler için isteksiz bir takdir. 15 Temmuz askeri darbe girişimi için "Cumhurbaşkanına yönelik suikasti bilmedikleri" ifadesi ise gerçekten anlamsız. Hadi o gün bilmiyorlardı, şimdi öğrendiler. Darbeye karıştığı kesin olarak kanıtlanan kaç tane asker veya gazeteci kılıklı FETÖ'cüyü teslim edecekler, hep birlikte göreceğiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifadelerine yansıyan meseleler ise gayet somut ve pozitif bir ajanda çerçevesinde ele alınmış konular. Mülteci meselesine dair anlaşmadan tutun da, teröre, Türklere yönelik saldırılardan vize serbestine kadar dile getirilen meselelere dair Türkiye'nin kendi planı var. AB'nin ortak bir tutum sergilemesi iradesi doğması durumunda bu meseleler üzerinde birlikte çalışılacak. Aksi takdirde Türkiye bu alanlarda kendi ajandasını uygulamaya devam edecek.
Açıklamalar, iki tarafın siyasi ajandası ve iş tutma tarzı açısından başlı başına önemli göstergelerdi.
Çok daha önemlisi, Türkiye ile AB'nin gündemi ile izlediği stratejiler uluslararası siyaset atmosferinin ısındığı ve geleceğe dönük kaos senaryolarının konuşulduğu bir dönemde Türkiye'nin yürüdüğü yolda AB'nin ne anlam ifade ettiğine dair bir işaret olarak da okunabilir.
...
2000'li yılların başından itibaren Türkiye uluslararası siyasette bir otonomi sahibi olmak için uğraş veriyor. Ekonomik ve dış politika stratejisi ile bu iki alandaki araçları çeşitlendirdi. 2009 yılından beri geçirdiğimiz süreç, aynı zamanda Türkiye'nin bu strateji ve araçlarının test edildiği bir dönem oldu. 2015 yılının ortasından itibaren ise dış politika ve güvenlik alanındaki stratejilerin gözden geçirildiğini söyleyebiliriz. Bu stratejilerin ise ancak 15 Temmuz askeri darbesinin savuşturulmasından sonra mümkün olduğu ise hepimizin malumu.
Bu tarihten itibaren Türkiye kendi içindeki sorunların üzerine giderken, çevresinde de bir güvenlik kuşağı oluşturma hedefine yönelik adımlar attığını görüyoruz. Başka bir deyişle on yıllardır aşamadığı bürokratik vesayet ile canını yakan terör sorunlarını çözmek için radikal adımlar attı. Bu adımlar aslında uluslararası siyasetin belirsizlik dönemine girdiği bir dönemde dışarıda etkin hareket etmek için de kritik önemi haizdi.
Yedek parça konusunda ve ufak silahların Türkiye'ye satışı konusunda sorun çıkaran Avrupa ülkeleri ile ABD, S-400'lerin alınmasından sonra Eurosam ve Patriotları teklif etmeleri bu anlamda çarpıcı bir örnek. Türkiye'nin asgari endişeleri ve şartları karşılanması durumunda Türkiye bu silah sistemlerini de alır ve etkili bir şekilde de kullanıma sokar.
Faşizmin yeniden yükselmesinden tutun da ayrılıkçı hareketlerin ivme kazanmasına kadar uzanan yelpazede Avrupa'nın kendi içinde yaşadığı ciddi sorunlar var. Şimdilik bu sorunlara karşı cesur bir adım atmaya mecalleri yok. Böyle bir strateji izleyecek liderleri de yok.
AB'nin kendi içinde kurduğu çeşitli mekanizmalarla bu sorunların kritik eşiği geçmesinin önüne geçebiliyor. Ancak bu gidişle özellikle aşırıcılıkla birleşen PKK sorununa karşı takındıkları tavrın beklenmedik sonuçlar üretmesi karşısında çaresiz kalacaklar.
Avrupa'da bu sorunlar iyice görünür hale gelirken Rusya ile yaşadıkları krizler de uluslararası alanda yeni bir sıkışmışlık yaratacak.
Son üç yıldır atttığı adımlar sayesinde Türkiye'nin kazandığı otonominin değerini, Batı ile Rusya arasında sular ısındıkça daha fazla hissedeceğiz.
[Fikriyat, 27 Mart 2018].