Cumhurbaşkanı Erdoğan ve beraberindeki heyet dün Washington'daydı, ondan bir gün önce de Pekin'de. ABD ve Çin küresel sistemin iki büyük aktörü ve aralarında yakıcı bir rekabet var. Çin ve ABD arasında böyle bir rekabet varken, Türkiye nerede duracak? Bu iki ülke arasındaki rekabet önümüzdeki dönemde küresel siyasete daha fazla damgasını vuracak. Türkiye kiminle, nereye kadar beraber hareket edecek?
***
Türkiye 1945 sonrasında uluslararası siyasette hissettiği güvenlik kaygıları dolayısıyla ABD'yle aynı eksende yer aldı.
Bir kere Türkiye'nin o günden bugüne elde ettiği kazanımları kaybetmek gibi bir lüksü yok. Dahası Türkiye elde ettiği kazanımları derinleştirmeye çalışmak zorunda.
Gelgelim Türkiye'nin ABD ile ilişkisini Amerikancılık (yahut Batıcılık) halesiyle kutsamak da söz konusu olamaz. Türkiye'nin ABD ile ilişkisi çıkar birlikteliğine dayalı bir ilişkidir. Yeni dönemde, yani Türkiye'nin dış politikada bağımlılık tuzağını aştığı bir ortamda bu çok daha fazla böyledir.
Bir de madalyonun öteki yüzü var. Türkiye, dünya ekonomisinin başat aktörüne dönüşen Çin'le her iki ülkenin potansiyeliyle kıyaslandığında son derece sınırlı bir ilişki içinde. İki ülke arasındaki ilişkide her iki taraftan da kaynaklanan bir "tarihsel gecikmişlik" hali var.
Evet, kısmen Türkiye'nin Batıcı elitlerinin körlüğünden, kısmen de Çin'in Türkiye'nin önemini yeni keşfetmesinden kaynaklanan bir gecikmişlikten bahsediyoruz.
***
Cumhurbaşkanı Erdoğan Pekin'de çok net bir mesaj verdi.
"Türkiye'nin Çin'le yeni bir sayfa açtığı"nı söyledi. Türkiye "Yeni İpekyolu" olarak da nitelenen Kuşak ve Yol projesi içinde en stratejik ülkelerden biri ve bu potansiyeli sonuna kadar kullanmak istiyor. Dahası Çin, bölge ülkelerinin bu projeye katılımı konusunda Türkiye'nin ikna edici bir rol oynayabileceğini çok iyi biliyor ve Türkiye'den bu desteği bekliyor.
Çin, 11 trilyon dolar gayrisafi yurtiçi hasılası ile dünyanın en büyük 2. ekonomisi konumumda.
Her ne kadar Çin Almanya ve Rusya'dan sonra Türkiye'nin dünyadaki en büyük üçüncü ticaret ortağı olsa da bu ne Türkiye ne de Çin için yeterli görülebilir.
Bir başka husus da Türkiye ile Çin arasındaki ekonomik ilişkide yaşanan dengesizlik.
Türkiye, Çin'e sattığı her 1 dolarlık ürün karşılığında yaklaşık 10 dolarlık ürün
SETA ekonomi direktörü Nurullah Gür'ün ifade ettiği gibi bu durum sürdürülebilir değil.
"Türkiye-Çin ekonomik ilişkilerinin güçlenmesi ve sürdürülebilir bir hal alması için Çin'den Türkiye'ye madencilik, altyapı, iletişim ve ulaşım gibi alanlara yapılacak doğrudan yatırımların artırılmasına yönelik adımların atılması" büyük önem taşıyor. Bugün itibariyle Çin'in Türkiye'deki doğrudan yatırımı 600 milyon dolar düzeyinde ve bunun çok düşük olduğu konusunda taraflar mutabık.
İki ülke arasındaki ekonomik ilişkileri geliştirecek bir başka proje de Türkiye'nin de kurucuları arasında yer aldığı Asya Altyapı Yatırım Bankası'nın küresel alanda kurumsallaşmasının ve etkinliğinin artırılmasına çalışılması.
Eğer bu başarılırsa, bu takdirde Dünya Bankası tekeli kırılmış, dünya ekonomisi tek taraflı manipülasyonlara ve finansal ataklara karşı çok daha dayanıklı hale gelmiş olur.
Bunlara ek olarak Türkiye yabancı teknolojiye bağımlılığını azaltacak şekilde Çin'le ortak projeler geliştirme arayışında. Elbette rekabetçi avantajlarını kaybetmeden, yeni bağımlılıklar oluşturmadan.
***
Türkiye'nin stratejik arayışı "ya o, ya bu" yaklaşımına sıkışmak, "ABD'ye karşı Çin" yahut "Çin'e karşı ABD" tercihlerine zorlanmak anlamına gelmiyor.
Türkiye, mevcut birikimi ve potansiyeliyle "hem ABD'yle, hem de Çin'le" ilişki kurabilir, ortaklıklar geliştirebilir. Erdoğan liderliğindeki Türkiye tam da böylesi bir küresel vizyonla hareket etmektedir.
[Sabah, 17 Mayıs 2017].