İsrail'in Mescid-i Aksa'ya yönelik ablukasının devam ettiği süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan beraberindeki heyetle iki günlük bir Körfez ziyareti düzenledi. Ziyaretin kendi amaçları ayrıca bir değerlendirme konusu. Ancak ziyaretin gerçekleştiği üç günlük zaman dilimi bile birçok şeyin göstergesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ziyaret öncesinde İsrail'i mevcut tutumundan vazgeçirmek için yoğun bir şekilde diplomatik çabalar sarf ettiği zaten biliniyordu. Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan Körfez turu ile çatlamış olan Körfez ittifakını tamir etmenin ve Türkiye'nin çıkarlarını garanti altına almanın yollarını aramaya devam etti. Bu ziyaretin İsrail'in Mescid-i Aksa'yı ibadete kapattığı bir döneme denk gelmiş olması dolasıyla ayrıca önemlidir. İsrail'in en büyük avantajının İslam dünyası içindeki ihtilafların olduğu düşünüldüğünde Türkiye'nin oynadığı arabulucu ve birleştirici rolün önemi daha da görünür hale gelmektedir.
Erdoğan'ın ziyareti sırasında ve sonrasında yapılan görüşmeler ve açıklamalardan elde edilen ipuçları, krizin çözümü ya da en azından gerginlik ortamının yumuşaması için ümit veriyor.
Katar yönetiminin hem bu ziyaret boyunca yapılan görüşmeler hem de kriz sürecinin bütününde taşıdığı soğukkanlı tavır da dikkat çekici. Katar'ın bu tavrında Türkiye'nin rolü azımsanmamalı. Türkiye'nin kriz boyunca Katar'a sağladığı destek aslında bu ülkenin güvensizlik hissi ile hareket etmesinin önüne geçmiş ve dolayısıyla krizin tırmanmasının önüne geçmiştir.
Bu noktadan sonra taraflardan beklenen karşılıklı adımlar atarak krizi yumuşatmaktır. Bu süreç elbette ki kolay olmayacaktır. Erdoğan'ın bu açıdan Suudi Arabistan'a atfettiği rol önemli. Hem ülke bazında Suudi Arabistan'ı Körfezin ağabeyi olarak nitelemesi ve Kral Selman'dan bahsederken "hadimül harameyn el-şerifeyn" vurgusu yapması, Kral Selman'dan yana sahip olduğu beklentiyi gösteriyor. Dolayısıyla krizin temel aktörlerinden biri olan BAE'yi de ikna etmek ya da yatıştırmak Kral Selman'a düşüyor. Ancak Suudi Arabistan ve BAE arasında bu anlamda görüş farklılıklarının olabilme ihtimalini de dikkate almak gerekir.
Geçtiğimiz hafta Amerikan basınına yansıyan haberler bu açıdan önemli. ABD'li istihbaratçılara dayandırılan haberlere göre BAE, Katar resmi medya ajansı QNA'ya siber saldırı düzenlenmesinin ve dolayısıyla krizin ortaya çıkmasına zemin hazırladı. Bu iddianın doğruluk derecesini bilmek mümkün olmasa da ilk bakışta krizin başında Katar'ın ilk savunmasını doğrulamakta ve BAE'yi savunma pozisyonuna çekmektedir. Yine İsrail Dışişleri Bakanlığının Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın açıklamalarına karşı "Osmanlı dönemi bitti" şeklindeki kaba açıklamasının bir benzeri BAE'den gelmesi dikkat çekici. Bu tavırlar BAE'yi açığa düşürecek niteliğe sahip olmakla kalmayıp, Suudi Arabistan'ın İslam dünyasındaki imajına gölge düşürme potansiyeline sahip. Bu örnekler çoğaldıkça Suudi Arabistan'ı BAE'nin yönlendirdiği gibi bir algı oluşmaktadır ki, bu durum Suud yönetimi açısından kabul edilebilir değil.
Hem İsrail'in Mescid-i Aksa'ya yönelik tavrı hem de son Körfez krizi özelinde Türkiye'nin Ortadoğu'ya bakışını gözlemlemek mümkün. Türkiye gerçekçi bir bakış açısı ile çıkarlarını bölgenin istikrarı içinde arıyor. Dolayısıyla bölgenin istikrarının öncelikli şartlarından biri güvenli ve güçlü bir Türkiye'dir. Türkiye güçlü olduğu ölçüde Ortadoğu'da istikrar ve düzen imkanı artıyor
Bölgesel istikrar ise Türkiye'nin hem güvenliği hem de ekonomisi için elverişli bir zemin hazırlıyor.
[Fikriyar, 28 Temmuz 2017].