Türkiye Cemal Kaşıkçı cinayetiyle ortaya çıkan gerilimli tabloyu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi tecrübesi, sağduyulu yaklaşımı, ayrıntıları düşünebilme yeteneği ve diplomatik zekâsı sayesinde başarılı bir şekilde yönetiyor. Bu kapsamda emniyet ve istihbarat yetkililerinin karanlık noktaları tespit eden titiz çalışmaları ve Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından takip edilen stratejik iletişim yönetimi önemli bir işlevi yerine getiriyor. Gelinen noktada taraflı, tarafsız herkesin kabul ettiği bir yönetim başarısının bulunması, Türkiye’nin yaptığı hamlelerin doğruluğunu teyit ediyor. Üç maddede toparlamak gerekirse, cinayetin işlendiği 2 Ekim’den bu yana Türkiye siyasi ve insani boyutuyla ve iletişim yönüyle, küresel kamuoyunu ikna edici bir süreç yönetimi sergiliyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Washington Post gazetesinde yayınlanan makalesi hem bu yönetim biçiminin bir parçası olarak hem de süreç yönetimi konusunda Türkiye’nin sağduyulu tutumunu bir kez daha gösterdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Suudi Arabistan’ın Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi konusunda cevaplaması gereken hâlâ birçok soru var” başlığıyla 2 Kasım’da yayınlanan makalesinde, cinayet emrinin Suudi yönetiminin en üst seviyesinde verilmiş olduğuna vurgu yapılıyor. Erdoğan’ın mevcut Kral Selman Bin Abdülaziz’in adını “Kutsal toprakların hizmetkârı” sıfatıyla zikrederek cinayetten ayrı tutmaya özen göstermesi ve özellikle Kral’ın böyle bir cinayetin emrini verdiğine inanmadığını belirtmesi, yukarıdaki cümleyle yan yana düşünüldüğünde, diplomatik açıdan Türkiye’nin ince eleyip sık dokuduğuna işaret ediyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan makalesinde, bazı kişilerin Kaşıkçı cinayetini zamanla unutulup gidecek bir problem olarak gördüğünü, fakat Türkiye’nin, devam eden soruşturma bağlamında ve ayrıca Cemal'in ailesi ve sevdikleri için, konuya dair cevaplanmamış sorulara önem vereceğini belirtiyor. Bu sorular arasında Kaşıkçı’nın cesedinin nerede saklandığı, iddia edilen yerli işbirlikçinin kim olduğu ve cinayet emrini kimin verdiği başlıkları öne çıkıyor. Türkiye aslında küresel kamuoyunun da cevabını aradığı soruların peşinden giderek adil bir sonucun elde edilebilmesi çabasıyla süreci yönetiyor. Bununla birlikte, Türkiye’nin aslında ne türden bir kriz durumuyla karşı karşıya olduğunu sorgulamak ve olaya dair fotoğrafı bir kez daha çekmek gerekiyor. Çünkü bilgiler güncellendikçe fotoğraf daha da netleşiyor ve görünür oluyor.
Türkiye’ye kurulmuş bir tuzak
İlk bakışta profesyonel bir istihbarat aklı tarafından ustaca kurgulanmış gözüken bu çok katmanlı cinayete dair ürpertici detaylar, Türkiye’nin ince eleyip sık dokuyan titiz çalışmalarıyla ortaya çıkarıldı. Yeni bilgiler elde edildikçe cinayetin, muarızına kızmış bir yöneticinin “Gidin şu adama haddini bildirin” yaklaşımının çok ötesinde işaretler taşıdığı görülüyor. Parçalar tamamlanıp bilinmeyen sorular cevaplandıkça, katile ve amacına dair daha net bir tablo ortaya çıkacaktır.Gelinen aşamada ise cinayeti kimin işlediği sorusunun cevabı kuşkuya yer bırakmayacak şekilde netleşmiş durumda. Suudi yetkililer önce “Cemal Kaşıkçı bir kargaşa esnasında öldü” türünden açıklamalar yapmışsa da, Türkiye’nin ortaya koyduğu delillerden sonra, cinayetin taammüden yapıldığını kabul etmek zorunda kaldı. Kaşıkçı’nın nasıl öldürüldüğü sorusu ise kamuoyu açısından muamma olmaya devam ediyor. Basında pek çok iddiaya yer verilmekle birlikte, taraflarca doğrulanmış bir bilgi henüz paylaşılmadı. Öte yandan, maktule ait cesedin Suudi yetkililer tarafından teslim edilmemesi, cesede ne olduğu konusunda belirgin bir açıklama yapılmaması, cesedin önce parçalandığı ve sonra asitle eritilerek yok edildiği yönündeki yaygın iddiaları kuvvetlendiriyor.
Olaya dair üçüncü temel sorunun, “neden öldürüldü” sorusunun cevabı da muğlaklığını koruyor. Çünkü cinayetin arkasındaki akıl sadece öldürmeye odaklanmış olsaydı, bunu başka bir şekilde, Konsolosluk içinde veya sokakta da yapabilirdi. Aralarında Prens Salman’a yakın üst düzey görevlilerin de bulunduğu özel bir suikast timinin özel uçaklarla Türkiye’ye gelmesi ve özellikle Cemal Kaşıkçı’nın binadan canlı çıktığını ispatlayabilmek için bir dublörün kullanılması konusunda önceden plan yapılmış olması, Türkiye’nin küresel imajına tuzak kurulduğu yönündeki yaklaşımı kuvvetlendiriyor. Dublör Konsolosluk binasında öldürülen Kaşıkçı’nın yerine İstanbul sokaklarına karışacak ve daha sonra o da ortadan kaybolacaktı. Nitekim bu oyun sahnelendi, fakat Konsolosluk kapısında Kaşıkçı’yı bekleyen nişanlısının ilgili makamlara haber vermesiyle birlikte, oyunun bu bölümünü içeren kara propaganda uygulamaya konulamadan kesintiye uğramış oldu. Böylece, önceden kurgulanmış planın parçası olarak muhtemelen hazırda bekletilen “ünlü bir gazeteci İstanbul’da ortadan kayboldu” bağlamındaki dezenformasyon küresel medyaya servis edilemedi. Oyun bozulunca, Türkiye’nin ahlaki düzlemde savunma pozisyonuna itilme çabası da havada kalmış oldu. Eldeki bilgiler doğrultusunda yapılan bu özet, yeni bilgilerle birlikte daha sağlıklı bir şekle kavuşacaktır. Türkiye arka planı henüz tam aydınlatılamamış cinayetten sonraki süreci bütün boyutlarıyla iyi yöneterek kurulan tuzakları boşa çıkarmış görünüyor. Ayrıca daha önceden sahip olduğu vicdani yaklaşımı da kuvvetlendirmiş durumda.
Siyasi ve diplomatik boyut
Kaşıkçı cinayetinin gerçekleştiği 2 Ekim tarihinden itibaren Türkiye’nin siyasi, adli ve insani boyutlarıyla olayı yakından takip etmeye başladığı görülüyor. Kriz durumlarının tipik özelliklerini taşıyan bu sürecin başarılı bir şekilde yönetilmesinin arka planında ise yakın tarihte karşılaşılan müdahale girişimlerinden alınan derslerin büyük payı olduğunu belirtmek gerekir.Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan beklenti içinde olan bazı çevrelerin heveslerini kursaklarında bırakacak şekilde, olabildiğince stratejik ve diplomatik bir yaklaşımı benimseyerek, olayı Türk-Suudi ilişkilerinin bir parçası konumuna indirgemeden meseleye yaklaştı. Böylelikle olay iki ülke arasındaki ilişkiler çerçevesinde ele alınmadı, genelleştirilerek küresel boyutu ön plana çıkarıldı. Sorumluluklarını kabul etmesi yönünde onları köşeye sıkıştıracak açıklamalar küresel medyaya yapılınca, Suudi yönetimi medya baskısıyla karşı karşıya kaldı ve mesele muhtemelen planlayıcıların istemediği şekilde, Suudi Arabistan ile küresel toplum arasındaki bir boyutta algılanmaya başlandı. Bu diplomatik hamlenin bir sonucu olarak, Suudi Arabistan yönetiminin (başta Yemen’deki çocuk ölümleri, Sisi darbesindeki desteği ve Katar ablukasının başını çekmesi gibi) pek çok konudaki kirli çamaşırları da küresel medya tarafından deşilmeye başlandı. Prens Selman tarafından küresel reklam ve halkla ilişkiler şirketlerine milyon dolarlar aktararak yapılmaya çalışılan karşı propaganda ve susturma çabasının da etkili olmadığını söylemek gerekir. Ayrıca birkaç yıldır Prens Salman tarafından para akıtılarak Batı’da oluşturulmaya çalışılan yeni Arabistan imajının da bozulduğu görülüyor. ABD Başkanı Trump’ın, genel olarak Suudi karşıtı bir çizgide durmamaya özen göstermesine rağmen, cinayeti “tarihte gördüğün en kötü ört bas çabası” olarak tanımlaması, Türkiye’nin akılcı adımlarının bir sonucudur. Türkiye hedefine doğrudan Suudi yönetimini koymadan, cinayeti çözmeye yönelik dosyayı derinleştirip elde dilen bilgileri abartılı bir dil kullanmadan kamuoyuyla paylaştıkça, sürecin diplomatik boyutları adım adım şekillendi ve gelinen noktada Suudi Arabistan açısından tamiri zor bir hasar ortaya çıktı.
Muhataplarla düzenli bilgi paylaşımı yapılması, diplomasi dilinin dışına çıkılmayarak insanlığın vicdanında yara açan boyutuyla konunun ortak hafızaya hitap edecek şekilde takip edilmesi, diplomatik düzlemde Türkiye adına artı bir değer olarak kayıtlara geçti.
Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sorumluların hesap vermesi gerektiğinin altını sıkça çizmesi ve cinayetin arkasında kim olursa olsun adaletin önüne çıkması gerektiğini dile getirmesi, söylem analizi açısından da dikkat çekicidir. Türkiye’nin resmi bir söylem olarak Kral Selman Bin Abdülaziz’i olayın dışında tutma ve Kral üzerinden iki ülke arasındaki ilişkileri sürdürme konusundaki yaklaşımı, Türk-Suudi ilişkileri konusunda hassas bir dengenin takip edildiğini gösteriyor. Dolayısıyla, Kaşıkçı cinayetinin soruşturulması bağlamında küresel ölçekte Türkiye’ye yöneltilen övgüler, mevcut siyasi aklın çok doğru bir teşhis koyarak meseleye yaklaştığını ispat ediyor. Teşhis iyi konulduktan sonra öngörülen tedavinin uygulanmasına geçilmiş ve adım adım ilerleme kaydedilmiştir.
Medya ilişkilerinde hassasiyet
Kaşıkçı cinayetiyle yüz yüze gelinen kriz durumunun iyi yönetilmesi ve bu esnada kriz iletişiminin başarılı bir şekilde uygulanması, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklamalarına gösterilen küresel teveccühün arka planını oluşturuyor. Türkiye’nin burada uyguladığı stratejik iletişim yönetimi irdelendiğinde, aslında iletişimin modern dönemde uygulanan temel parametrelerinin takip edildiği görülüyor: Halkla ilişkiler iletişiminde yer alan şeffaflık, irrasyonel boyutu öne çıkarmak yerine rasyonel yaklaşımın tercih edilmesi, düzenli veri akışının sağlanması, muhataplarını ciddiye alarak konuya yaklaşmak, kamuoyunu tatmin edecek şekilde doğru bilgi akışını canlı tutmak ve tüm bunları yaparken inandırıcı ve güvenilir kaynak olabilmek... Türkiye’nin bu hassas konularda önemli bir mesafe kat ettiği görülüyor. Gelinen noktada, batı medyasında uzun zamandır aleyhine çalışan mekanizmaların oluşturduğu kalın tortulara rağmen Türkiye, muhataplarında pozitif bir etki bırakıyor. Washington Post editörü Karen Attiah da gerçeğin ortaya çıkması konusunda Türkiye’nin kararlı bir tutum takınmasının büyük bir rol oynadığını belirterek, Trump yönetiminden ziyade Türkiye’nin olayı tüm boyutları aydınlatabileceğini vurguluyor.Konuya dair içeriklerin kamuoyuna yabancı medya aracılığı servis edilmesi de planlı bir iletişim sürecinin işaretlerini taşıyor. Mesela Cemal Kaşıkçı’nın Konsolosluk binasında öldürüldüğü yönündeki haberlerden ilki 7 Ekim’de Reuters tarafından yayınlandı. Reuters’in “Türk yetkiliye dayandırarak” abonelerine servis ettiği haberde, Kaşıkçı’nın bina içinde öldürüldüğü vurgulanıyordu. Bu haberle birlikte küresel medyanın meseleye iyice yoğunlaştığını belirtmek gerekir. Devamında konuyla ilgili ikinci büyük haber ise 8 Ekim’de Kaşıkçı’nın köşe yazarı olduğu Washington Post tarafından yayınlandı. Gazete yine bir “Türk yetkiliye” dayandırdığı haberinde, Suudi yönetiminin iddialarını yalanlayacak şekilde, Kaşıkçı’nın konsolosluğa girerken çekilen görüntülerine yer verdi. Bu görüntünün yayınlanmasından sonraki süreçte Türkiye hem kademe kademe soruşturmayı derinleştirdi hem de elde edilen bilgileri büyük medya kuruluşları aracılığıyla küresel kamuoyuna aktarmayı sürdürdü.
Kaşıkçı cinayeti konusundaki içeriklerin Reuters ve Washington Post aracılığıyla dünyaya duyurulmaya başlanması, doğru kanal kullanımı açısından yerinde bir uygulama olarak kayıtlara geçmiştir. Devamında CNN, AP, BBC ve El Cezire’nin de halkaya dahil edilmesiyle, küresel ağa sahip yayın organlarına “olması gerektiği şekilde” mesaj aktarımı yapıldığı görülmektedir. Bu yaklaşım siyasi ve diplomatik söylemle uyumlu bir seyir takip etmiştir. Dolayısıyla iletişim kanallarıyla hedef kitlenin uyumuna titizlikle riayet edilmiş, kimlerin bu meseleye paydaş yapılacağı hususunda hassas davranılmıştır. Kaşıkçı cinayetine dair içerikler salt yurt içinde yayın yapan, etki ve izlenme alanı sınırlı bir yayın organıyla paylaşılmış ve buradan küresel bir sonuç çıkarılması beklenmiş olsaydı, bu stratejik iletişim yönetimi açısından önemli bir hata olurdu.
İnsani boyut
Eldeki veriler Cemal Kaşıkçı cinayetinin büyük ölçüde siyasi bir operasyon olduğuna işaret ediyor. Bununla birlikte Türkiye, adli soruşturmayı yürütürken, meseleyi insani boyutuyla ele almayı tercih etmiş durumda. Bir gazetecinin vatandaşı olduğu ülkenin Konsolosluğunda tuzağa düşürülerek öldürülmesi ve cesedinin ortadan kaldırılması, neresinden bakılırsa bakılsın, hem şahsın kendisi için hem de ailesi için, insanlık sınırlarının dışına taşan trajik bir durumdur. Gerek Türkiye’nin ve İslam dünyasının sahip olduğu ahlak gerekse insanlığın ortak değerleri açısından ortada kabul edilemeyecek bir tablo var. Türkiye diğer hesapları bir kenara bırakarak, öncelikle insanlığa karşı işlenmiş böylesine soğukkanlı ve kan dondurucu bir cinayetin sorumlularını adaletin önüne çıkartmaya yoğunlaşmış görünmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington Post’ta yayımlanan makalesindeki “Cemal’in ailesi ve sevenleri için” vurgusu bu anlamda dikkate değerdir. Bu bağlamda, elde dilen bilgiler Suudi yönetimi ve küresel kamuoyuyla da paylaşılarak sorumluların hesap vermesi konusunda çaba gösterilmektedir.Türkiye’nin insani diplomasi ve insani yardımlar konusunda sahip olduğu arka plan dikkate alındığında, küresel kamuoyu açısından bu durumun yeni bir şey olmadığını söylemek gerekir. Suriye iç savaşından kaçan 3 milyondan fazla mültecinin sığındığı bir ülke olan Türkiye’nin gösterdiği insani kuşatıcılığın yansıması, bu cinayet bağlamında bir kez daha ön plana çıkmıştır. Küresel ölçekte takdir edilen bu yönetim başarısının Türkiye açısından hangi pozitif çıktılara sahip olduğu ise önümüzdeki sürecin temel belirleyicileri arasında yer alabilir. Sonuçta Türkiye, karşı karşıya kaldığı kriz durumunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öncülüğünde, siyasi boyutu ve iletişim yönüyle başarılı bir şekilde yönetmeye devam etmektedir. Sürecin insani diplomasi boyutuyla ele alınması ise başarı hanesine yazılması gereken ayrıcalıklı bir durumdur.
[AA, 6 Kasım 2018].