Hakikatin tükendiği günler yaşıyoruz. Müesses nizamın son bir tenasühle harekete geçirdiği, mezarlarından fırlayan fütüristik odakların taarruzunu hatırlatan manzaralar var karşımızda. Hedef belli. Usul oldukça ilkel. Meşru siyasete 'zaman ayarlı' yargı bombalarıyla saldırılıyor. Farklı yerlerde farklı zamanlarda ayarlanmış bombaların tamamı Türkiye'nin kader yılı olması beklenen 2014 öncesinde aynı anda patlatıldı. Tam teşekküllü bir siyasi mühendislikle karşı karşıyayız. Gelinen noktada android unsurları andıran odakların marifetiyle yeni Türkiye asıl, AK Parti iktidarı ise tali hedefe dönüşmüş durumda. Kavga edilen Erdoğan'ın şahsında mücessem hale gelen yeni Türkiye'nin bizzat kendisi.
Hal bu iken yaşananları anlamak için en son işe yarayacak araç hukuk.Olağanüstü bir durumun ortaya çıktığı bir dönemde sürecin kaderini istisnalardan başka bir şey belirlemeyecek. Böylesi bir ortamda yaşananları görünen yüzünden okuyanlar ya operasyonun kamuflajlı birer unsuru ya da naif ve anlamsız bir aktörü olmaktan ileri gidemeyecekler. Akamete uğrayarak 'sabotaj' düzeyinde kalan 7 Şubat girişimi sırasında şöyle yazmıştık: "7 Şubat'ın KCK-PKK, Kürt Meselesi, suç işleyen devlet memurlarıyla alakası 27 Nisan'ın Kutlu Doğum haftasıyla, Milli Eğitim Bakanlığı ve ilkokul çocuklarıyla alakası kadardır." Benzer şekilde, hafta boyunca yaşananların ardından, 17 Aralık'ın 'hukukla alakası' da "28 Şubat'ın Aczmendi kalkışmasıyla, Türk okulları tehdidiyle" alakası kadardır. Mesele gayet açık. Kavga meşru olmayan yollarla iktidar mücadelesi yapmaktan ibarettir. Ömrünün ciddi bir kısmını bu türden kavgaları anlatmak, izah ve deşifre etmekle geçirmiş isimlerden bazılarının, bugün efsunlanmış ya da esir tadında yazılar kaleme alırken, kelimelere takla attırarak yaptıkları analizler de önümüzdeki sarih hakikati değiştirmeyecektir.
Estirilen entelektüel vandalizm elbette hakikati, zekâyı ve ahlakı esir alamayacak. Toz bulutu ortadan kalktıktan sonra olacak tek şey neo-vesayet odaklarının yıllarca topladığı mühimmatla meşru siyasete hücum senaryosunda kurşun asker yazılmak olacak. Neo-vesayetin eski Türkiye'nin dönüşmekte en fazla zorlanan yargının omuzundan meşru siyasete ateş etmesinde ise şaşılacak bir durum yok. Askeriyargı vesayetini var eden en önemli zemin olan cari anayasanın şekillendirdiği dünyanın içinde meşru siyasete yön tayin edilmeye çalışılıyor.
'Yargının bağımsızlığı' klişesine sığınarak geçmişte de büyük bedeller ödetildi, mühendislikler yapıldı. Yargı, paralel bir evrende yaşıyormuşçasına, ülkedeki siyasi, ekonomik ve sosyal bağlamı hiç umursamadan birçok kez hareket etti. 2008'de kapatma davası açılırken de DTP kapatılırken de benzer durumlar yaşandı. 367 kararı alınırken de anadilde savunmaya müsaade edilmezken de aynı mühendislik yapıldı. Dün bu hayattan, siyasetten ve ülke gündeminden fersah fersah uzak olunarak alınan kararlar nasıl 'yargı bağımsızlığı' zemininde anlamlı kararlar haline dönüşmediyse bugün de benzer bir durum yaşanmaktadır.
Yargının bağımsızlığı, tıpkı her hangi bir devlet memurunda olduğu gibi, sadece kararını hayata geçirirken geçerlidir. Bunun dışında, ülkenin neredeyse kaderini belirleyecek müdahaleler hayata geçirilirken 'yargı bağımsızlığı'na yaslanmak meşruiyet yerine doğrudan gayri meşruluk üretir. Hele ülkede olağan üstü durumların zuhur etmesine yol açtıktan sonra, doğal olarak ortaya çıkan 'istisnai durumları', mevzuat, kanunlar, hukuk makasında boğmaya çalışmak ise beyhude bir çabadır. Bu çabanın sebep olacağı tek şey, yargı unsur ve kurumlarının, eski-Tü