Mısır ve Türkiye bire bir örtüşmese de birbiriyle büyük benzerlikler gösteren iki ülke. Her ikisi de Ortadoğu’nun merkezi ülkeleri. Bu merkeziliğin bir iyi bir de kötü yanı var.
İyiden başlayayım: Tarihleri, büyüklükleri, bölge siyasetini etkileme güçleri ve jeostratejik önemleri sebebiyle ne Türkiye’siz ne de Mısır’sız bir Ortadoğu düşünmek mümkün. Tabiri caizse bölgenin ağır abileri olan bu iki ülke, dönem dönem içlerindeki sorunlarla boğuşup bölgeye yoğunlaşamadılarsa da genelde Ortadoğu’yu ilgilendiren meselelerde merkezi birer aktör konumunda olageldiler. Bu hususiyetin kötü yanıysa her iki ülkenin de küresel ve bölgesel güçler tarafından kendi kaderlerine terk edilmeyecek kadar önemli olmaları. Diğer bir deyişle ulus devlet deneyimlerinin birçok noktasında dış mihraklar tarafından etki altına alınmaya çalışılmalarıdır. Hem Türkiye hem de Mısır için modern tarih, milli aktörlerle yabancı mihrakların var oluşsal bir mücadelesi şeklinde seyredegeldi.
Türkiye’de Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle önce İsrail’e doğru bir savrulma dönemi yaşandı ardından ise milli aktörlerin eliyle Yeni Türkiye’nin inşa süreci başladı. Mısır ise Soğuk Savaş devam ederken üzerine giydirilen Camp David deli gömleğini üzerinden çıkarmak için 30 küsur sene bekledi. 25 Ocak Devrimi milli aktörlerin sahneye yeniden dönüşü manasına geliyordu; fakat 3 Temmuz Darbesi’yle birlikte siyasi süreç resetlendi ve milli aktörler tekrar safdışı bırakıldı. Türkiye’nin acı bir şekilde tecrübe ettiği geleneksel ve post-modern askeri darbeler, muhtıralar, e-muhtıralar vs. de aynen Mısır’daki gibi çetin mücadele sürecinde dış mihrakların attığı hamlelerdi.
DIŞ MİHRAK GERÇEĞİ
Her iki ülkede de yönetmenler ecnebi, figüranlar ise yerel olageldi. Amerikalıların “Bizim çocuklar başardı!” açıklığında ifade ettiği 80 Darbesi, daha yeni dışarı salınan Çevik Bir’in “İsrail’le ilişkilerimizi tehlikeye atamazdık” motivasyonuyla tertip ettiği 28 Şubat darbesi ve süreci ne kadar sadece yerel dinamiklerle gerçekleşmediyse Mısır’daki 3 Temmuz Darbesi de o kadar dış mihrakların organizasyonunda gerçekleştirildi. Her dış mihrak söylemine “yeni bir komplo teorisi üretiliyor”sığlığında yaklaşanlar, bizden bu iki ülkede gerçekleşen her olayın tamamen steril ve organik şartlarda ortaya çıkabileceğine inanmamızı istiyorlar. Ya bizi saf zannediyorlar ya da küresel/bölgesel güçleri “başkalarının iç işlerine karışmayalım” saflığında hareket eden ülkeler olarak görüyorlar. Maalesef genelde ilk seçenek geçerli oluyor. Uzun yıllar saf yerine koydukları milli aktörleri “dış mihrak”ın olmadığına inandırmaya devam etme çabasındalar. Daha önce bu köşede de alıntıladığım bir sözle bu kısmı bitireyim: “Şeytanın en büyük hilesi, dünyayı kendisinin var olmadığına inandırmasıdır.”
GÜDÜMLÜ YARGI
Mısır’da 3 Temmuz Darbesi sürecinde belki de en önemli operasyon unsuru yargıydı. Evet, bugünlerde 17 Aralık operasyoncularının ağızlarından düşürmedikleri “bağımsız yargı”. Neredeyse tamamen Mübarek dönemi artıklarından oluşan Mısır yargısı, seçilmiş Mursi iktidarına hayatı zehir etti. Önce İhvan’ın asıl adayı Hayrat Şatır’ın adaylığını engelledi, sonra trajikomik bir gerekçeyle Halk Meclisi’ni lağvetti. Anayasa Komisyonu ile var oluşsal bir mücadelenin içine girdi. Darbe olduğunda İhvan’ın seçilmiş liderlerine yönelik tutuklama kararlarını ardı ardına çıkardı ve en son İhvan’ı bir terör örgütü ilan etti. Bunları ve daha fazlasını, darbe değirmenine su taşıyan Mısır’ın bağımsız değil arsız yargısı yaptı.
Türkiye’de de yargı içerisine mevzilenen cuntanın sicili, Mısır’ın arsız yargısından bağımsız değil. Medya sızdırmaları, siyasi güdümlü gözaltı kararları, karakter suikastları, korsan bildiriler, elden bildiri dağıtan savcılar, hapiste yatan Salih Mirzabeyoğulları, Yakup Köseler, Hanefi Avcılar, vekiller vs. ve serbest bırakılan Çevik Birler. Kuşa çevrilen 28 Şubat davası ve ite kalka devam ettirmeye çalıştıkları 17 Aralık operasyonu. Gözaltına almaya çalıştıkları “Başbakan’a yakın” işadamları ve dosyalarını rafa kaldırdıkları ağa babaları ve medya patronları...
Nihayetinde Mısır’daki gibi adalet katlediliyor, tüm halkın yargıya olan inancı katlediliyor. Aynı zamanda ekonomimiz ve siyasi istikrarımız katlediliyor. Bölgesel mühendislik ve grup çıkarları uğruna Türkiye ve siyaset hedef alınıyor. Bunun suç olup olmadığına kim karar verecek?
[Akşam, 29 Aralık 2013]