Çin'den, G20 toplantısından dönerken zihnimi en fazla meşgul eden soru, "ya başarsalardı" sorusuydu. Türkiye'nin total bir çöküş yaşayacağı, bir iç savaş ortamına çekileceği, büyük acıların, travmaların yaşanacağı muhakkaktı. Çok şükür ki mağlup oldular. Ne var ki o günden bugüne muhatap olduğumuz her yeni durum karşısında bu soruyu sormaktan kendimizi alıkoyamıyoruz. Evet, 15 Temmuz işgal girişimi başarılı olsaydı Türkiye G-20 toplantısında temsil edilebilir miydi? Hadi diyelim edilebildi, kimler, nasıl yapacaklardı bu işi? Hangi politikaları savunacaklardı? Kimin çıkarları adına konuşacak, pozisyon alacaklardı? Bu şimdi bize çok uzak görünüyor ama o hain girişimin üzerinden iki ay bile geçmedi. Türkiye bu kez geçmişte olduğundan çok daha güçlü, çok daha özgüvenli bir şekilde G-20 zirvesine katıldı. Bu zirve Türkiye açısından birçok açıdan verimli geçti. Her şeyden önce bu zirve Türkiye'nin ve onun lideri R. Tayyip Erdoğan'ın geçmişten çok daha güçlü biçimde uluslararası alanda varlık gösterdiğinin tescili mahiyetindeydi. 15 Temmuz öncesinde uluslararası alanda Batı dünyasının öncülüğünü yaptığı Türkiye aleyhtarlığından ortada iz yoktu. Şimdi sıra bu söylemsel normalleşmenin pratiğe yansımasında. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gerek Türkiye'nin konumuna, gerekse de dünyadaki eşitsizliklere ilişkin kararlı tutumunu bu zirvede de taviz vermeden sürdürdü. Türkiye bir yandan Çin ve Rusya'yla enerji ve ticaret alanlarındaki işbirliklerini derinleştirirken diğer yandan geçen yıl olduğu gibi bu yıl da G-20'nin kendisini sadece ekonomiyle ve küresel pazarlarda baş gösteren ekonomik aksaklıkların çözümüyle sınırlamaması gerektiği tezini işledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan her fırsatta G-20'nin terörizm ve mülteci sorunu başta olmak üzere küresel sorunların çözümüne katkıda bulunacak bir platform olarak kurgulamasının çok daha yararlı olacağını vurguladı. Erdoğan'ın Çin, Rusya, Almanya, ABD, Hindistan, Kanada ve Güney Afrika liderleri ile yaptığı birebir görüşmeler ve Fransa, Almanya ve İtalya liderleriyle gerçekleştirdiği dörtlü zirve Türkiye'nin sosyo-ekonomik kapasitesini artırmak için önemli fırsatlar sundu. Öte yandan bu ikili görüşmelerde Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye'nin PKK, FETÖ, DAİŞ gibi terör örgütleriyle yürüttüğü mücadelede sahip olduğu perspektifi bir kez daha sarih biçimde muhataplarına anlatma imkânı buldu. Gerçekleştirilen müzakere ve toplantılarda Cumhurbaşkanı Erdoğan 15 Temmuz gibi komplike bir saldırıyı bertaraf eden ve DAİŞ başta olmak üzere Suriye'deki terör örgütlerine karşı sahada son derece başarılı bir mücadele veren bir ülkenin lideri olarak yer aldı. Nitekim Erdoğan'ın görüştüğü liderlerin tümü bu gerçekliği dikkate alarak açıklamalarda bulundular. Cumhurbaşkanı Erdoğan dönüş yolunda uçakta gazetecilerle yaptığı söyleşide çok önemli hususlara temas etti. Bugünkü gazetelerde bu sohbetin detaylarını bulabilirsiniz. Fakat söyleşi sırasında benim en fazla dikkatimi çeken husus Erdoğan'ın "vira bismillah" heyecanı içinde ve "yapacak çok işimiz var" azminde oluşuydu. Erdoğan'a bu heyecanı bahşeden başlıca aktörse bizatihi milletin kendisi. Aynen şunları söyledi Erdoğan: "Milletimizin 15 Temmuz'daki duruşu, dirayeti, cesareti, hakikaten her şeyi farklı bir istikamete getirdi. Hep söylüyorum, bu millet gerçekten iftihar edilecek, alnı öpülesi bir millet." Elhak öyle!
[Sabah, 7 Eylül 2016].