SETA > Yorum |
Türk-Amerikan İlişkileri Stratejik Muamma Sürüyor mu

Türk-Amerikan İlişkileri: Stratejik Muamma Sürüyor mu?

Son iki yıldır düşüşte olan Ankara-Washington ilişkileri şimdi ne durumda? Hangi konularda anlaşıldı, hangi konularda hâlâ sorunlar var?

Türk-Amerikan ilişkilerinin son yıllardaki doğası üzerine analizlerde kullanılan resmi demeçlerden en popülerleri arasında, Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın bundan birkaç sene önce ikili ilişkilerin durumu hakkında bir soruya verdiği cevap yer alıyor.

Nuland, ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerde stratejik açıdan büyük ölçüde bir örtüşme olduğunu, ancak taktiksel bakımdan iki ülke arasında özellikle Suriye konusunda bazı ayrışmalar olduğunu vurgulamıştı. Bu süreçte yaşanan Suriye merkezli fikir ayrılıklarına rağmen iki ülke tarafından da yapılan açıklamalarda sürekli olarak stratejik açıdan yaşanan görüş birliğinin altı çizilmekteydi.

Bu açıklama sonrası iki ülke arasında yaşananlar, ikili ilişkilerdeki stratejik işbirliğinin bir stratejik muammaya dönüşmeye başlamasına sebep oldu. Taktiksel anlaşmazlıklarda yaşanan devamlılık orta vadede stratejik örtüşmeyi de zehirlemeye başlamıştı.

İlişkilerin en zorlu dönemlerine girildiği sırada, iki ülke, İncirlik ve IŞİD ile mücadele konusunda uzun zamandır müzakere edilen hususlarda görüş birliğine vararak yeniden çalışan bir ilişki dinamiği oluşturmayı başardı. Bu anlaşma her ne kadar iki ülke ilişkileri için ciddi bir adım niteliğindeyse de Suriye konusunda henüz bir stratejik örtüşme sağlanmış değil.

Ortaya çıkan durum, iki ülkenin meseleye yaklaşımında operasyonel bir işbirliği ortamı sağlandığını ve taktiksel manevralarda eşgüdüm noktasına gelindiğini gösteriyor. Dolayısıyla Nuland’ın ilişkileri tasvir ettiği noktadan farklı bir yerdeyiz. Artık uzun vadeli strateji konusunda muamma, ancak taktiksel anlamda örtüşme çabaları bulunuyor.

Peki, bu konudaki fikir ayrılıklarının üzerine gidilebilir mi veya bunlar ortadan kaldırılıp yeniden bir stratejik örtüşme sağlanabilir mi?

SURİYE KONUSUNDA YAKLAŞIM FARKI

İkili ilişkilerde yeniden bir stratejik birlikteliğin sağlanabilmesinin kilit noktalarından biri, Suriye krizine ilişkin yaklaşımlardaki farklılık. Artık herkesin duyduğu ve bildiği şekliyle Türkiye başından beri probleme kapsamlı bir çözüm getirilmesi gerektiği konusundaki ısrarını sürdürüyor. Son günlerde yükselen göçmen krizi ve bölgenin artık çevre ülkelere güvenlik tehlikesi ihraç eden bir kara delik haline dönüşmeye başlaması Türkiye’yi bu konuda hayli zor durumda bırakıyor.

ABD Başkanı Barack Obama’nın ortaya koyduğu ve daha sonra yer yer revizyona da uğrayan IŞİD ile mücadele stratejisinin özellikle Suriye’deki sorunun çözümüne katkı sağlayacağı konusunda Türk tarafı ikna olmuş değil. Her ne kadar IŞİD’siz bölge oluşturma konusunda iki ülke arasında bir görüş birliği sağlanmışsa da bu durum büyük Suriye krizi için sadece bir yara bandı anlamına geliyor. Dahası son günlerde özellikle Rusya’nın askeri yığınak yapmaya başlamasıyla birlikte sorun daha da çetrefil bir hal almış durumda.

IŞİD’e karşı oluşan işbirliğinin Türkiye’nin Suriye’deki diğer kaygıları konusunda ne tür bir rahatlamayı beraberinde getireceği de tam olarak belli değil. Dolayısıyla Türkiye’nin baştan beri öne sürdüğü Esad ve IŞİD’e karşı bir stratejinin Esad bölümü konusunda retorik dışında bir uzlaşma olduğunun herhangi bir işareti yok.

Her ne kadar ABD yönetimi politika olarak hâlâ ‘Esad gitmeli’ pozisyonunun arkasında duruyor görüntüsü verse de bunun ne denli öncelik kazanacağı şu noktada belli değil. Dahası, mevcut izlenim bu politikanın önümüzdeki 14 ay içinde değişmeyeceği yönünde. Bu konuda herhangi bir ilerleme sağlanmadan her ne kadar karşılıklı iyi niyet gösterileri ve liderlerin çabaları oluşsa da bölgede meydana gelecek her katliam ve krizde ikili ilişkiler yeniden bir türbülansa girecek.

PYD SORUNU

İkili ilişkilerde stratejik anlamda örtüşmenin önündeki bir başka olası mesele de PYD konusundaki pozisyonlar olacak.

Türkiye ile ABD arasında son yıllardaki en önemli güven bunalımlarından biri, ABD’nin Kobani krizinde YPG’ye havayolu ile silah yardımı yapması sürecinde olmuştu. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu gelişme üzerine yaptığı açıklamada, Türkiye’nin bu konudaki tüm kaygılarını ifade etmesine rağmen ABD’nin silah yardımı yaptığını ifade etmişti.

Kobani krizi sırasında Türkiye gerek Peşmerge güçlerinin Kuzey Irak’tan Türkiye üzerinden Kobani’ye geçmesi, gerekse Özgür Suriye Ordusu’nun IŞID’e karşı Kobani’de kullanılması konusunda girişimlerde bulunurken ve Kobani’den kaçanlara insani yardım ve yaralılara tıbbi destek sağlarken, YPG’ye doğrudan askeri destek konusunda oldukça ciddi bir rezervasyon ifade etmişti.

Bunun önemli sebeplerinden biri, PYD’nin Türkiye’nin bölgede bir işbirliği için koyduğu şartlar konusunda gösterdiği kayıtsız tavır, bir diğeri de YPG ile PKK arasındaki organik ilişkiydi. Yapılacak askeri yardım ve desteğin sadece Suriye’de IŞİD’e karşı kullanılacağının herhangi bir garantisi olmadan YPG’ye bu tür bir destek sağlamanın Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından ciddi bir sorun oluşturacağı her platformda yüksek sesle ifade edilmişti.

Her ne kadar yakın zamanlarda dışişleri kaynaklarının yaptığı açıklamalar ile PYD’ye daha fazla ‘rasyonel bir örgüt’ olarak yaklaşılıyor görünse de Haziran seçimleri sonrasında PKK’nın ateşkesi bozduğunu açıklaması ve ardı ardına düzenlediği saldırılar sonrasında PKK-YPG ilişkisi yeniden gündeme gelmeye başladı. PKK’nın son düzenlediği saldırılarda daha sofistike bir hale gelmesi konusunda Türkiye tarafının özellikle ateşkes sürecinde PKK güçlerinin Suriye’de kapasitelerini artırmış olabileceğine yönelik ciddi şüpheleri bulunuyor. Dolayısıyla iki örgüt arasındaki bu geçişkenliğin Türkiye için son günlerde meydana gelen terör saldırıları dikkate alındığında, ulusal güvenlik açısından daha ciddi bir tehdit olarak görülmesi muhtemel.

Bu noktada her ne kadar ABD yönetimi PKK’yı terörist bir örgüt olarak tanıyor olsa da bu konu ikili ilişkilerde sıklıkla gündeme gelecek. Bunun yanında PYD konusundaki bu rahatsızlık ikili ilişkilerin kamuoyu yönü için de ciddi bir risk unsuru haline gelebilir.

KARŞILIKLI GÜVENSİZLİK

Meselenin üçüncü boyutunu ise ara ara ciddi yanlış algılama ve anlamaları beraberinde getirebilen karşılıklı güven unsuru oluşturuyor.

Özellikle ikili ilişkilerin istikrarını daha da derinleşecek güven bunalımı olumsuz bir şekilde etkileyebilir.

Son iki yılda özellikle Kobani krizi sırasında ABD’deki medyaya ABD yönetiminden bazı isimler tarafından Türkiye hakkında sızdırılan haber ve yorumlar ikili ilişkilerde karşılıklı güven konusunda ciddi bir hasar meydana getirdi. ‘Türkiye’den bıkkınlık’ vb. ağır eleştiri içeren ifadeler ABD’de yayınlandığında, bunları okuyan Türkiye’deki muhataplar elbette ciddi bir güven bunalımı yaşamışlardır. Bunun yanında IŞİD ile mücadele konusunda koordinasyonun sağlanmasının gecikmesi de iki ülke ilişkilerinde gerginliği arttırmıştı.

İki müttefik ülkenin ilişkilerinde kritik bir dönemden geçerken yapılan görüşmelerin basına sızdırılması ve bazı kişilerin basın üzerinden Türkiye’ye mesaj vermeye çalışması daha sonraki dönemler için ciddi bir güvensizlik tortusu da yaratmaya başladı. Bu tortunun daha da sertleşmemesi bu gibi olayların karşılıklı olarak önlenmesine bağlı olacak.

Önümüzdeki dönem hem iki ülke ilişkileri hem de bölgedeki politikaları açısından kritik bir süreci beraberinde getirecek.

İki ülkenin işler bir ilişki yapısı oluşturabilmesi ve stratejik örtüşme üzerindeki muammayı kaldırabilmesi, yukarıda ifade edilen üç engele karşı iki tarafın da mutabık kalacağı çözümler ortaya koyabilmesinden geçiyor.

Elbette bu süreçte operasyonel işbirliği ve taktikler konusundaki anlaşmanın da derinleştirilebilmesi stratejik işbirliğinin altyapısı açısından kritik bir önem oluşturacak.

[Al Jazeera, 24 Eylül 2015]