Başkan Trump’ın Gazze’yle ilgili sözleri Washington’ın İsrail politikasının ne kadar irrasyonel bir noktaya geldiğinin son örneği oldu. Soykırım suçlamasıyla hakkında tutuklama kararı çıkarılan Netanyahu’yu Beyaz Saray’da ağırlayan Trump, Amerika’nın Filistinlilerden arındırılmış bir Gazze’yi sahiplenmek ve yeniden inşa etmek istediğini söylerken açıkça bir etnik temizliğe talip olduğunu ilan etti. Daha önce de gündeme getirdiği Mısır ve Ürdün’ün Gazze’de yaşayan Filistinlileri kabul etme fikrini tekrarlarken, Gazze’deki sorunu bir imar probleminden ibaretmiş gibi tanımladı. Akdeniz’e kıyısı olan Gazze’nin ‘Ortadoğu’nun Riviera’sı’ olma potansiyelinden bahseden Trump’a orada kimlerin yaşayacağı sorulduğunda ise cevabı ‘dünyanın insanları’ oldu. Filistin davasının gerçekleriyle alakası olmayan ve daha da önemlisi İsrail’in politikalarını hiçbir şekilde gündeme getirmeyen bu yaklaşımın kalıcı bir barışa katkı yapması elbette imkânsız.
‘Yüzyılın Anlaşmasından’ 7 Ekim’e
İlk başkanlık döneminde Filistinlileri yok sayarak Kudüs’ün İsrail’in ebedi başkenti ilan edilmesi, ‘Yüzyılın Anlaşması’ ve ‘İbrahim Anlaşmaları’ gibi adımlar atan Trump, Filistin sorununu ‘çözmede’ başarılı olamadı. Meselenin temelindeki işgal gerçeğini görmek istemeyen ve İsrail’in özellikle Suudi Arabistan gibi Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirmesinin sorunu çözeceğini iddia eden bu yaklaşım Filistinlilerin iradesini yok sayıyor. Trump’ın İsrail’e atadığı büyükelçisinin ‘Filistinli diye bir şey olmadığını’ söylemesi elbette tesadüf değil. Trump, Hristiyan Siyonist grupları memnun etmek adına Netanyahu hükümetinin politikalarını sonuna kadar destekliyordu ve son açıklamaları daha da ileri giderek sorunu sahiplenme noktasına geldiğini gösteriyor.
Trump’ın damadı ve ilk başkanlık döneminde başdanışmanlığını yapan Jared Kushner’in ifade ettiği gibi, Trump yönetimi Filistin meselesini temelde ekonomik kalkınma ve imar sorunu olarak görüyordu. ‘Yüzyılın Anlaşması’ diye lanse edilen plana göre İsrail Arap ülkeleriyle ilişkilerini normalleştirecek ve bunun sonrasında Filistin büyük ekonomik yatırımlar yapılarak kalkındırılacaktı. İsrail’in Washington’a anlattığı hikâye, Amerika’nın güvenlik garantileri karşılığında Suudi Arabistan’la ilişkilerini normalleştirmenin Filistin meselesini sadece bir güvenlik yönetimi meselesi haline getireceğiydi. İşgal gerçeğini ve illegal yerleşimcileri tamamen görmezden gelme üzerine kurulu bu çerçeve, Filistin direnişini yönetilebilir tek tük “terör eylemleri” olarak tanımlıyordu. Ancak 7 Ekim saldırıları, bu kavramsallaştırmanın gerçeğe dayanmadığını ve Filistin meselesi çözülmeden bölgesel istikrar ve barışın mümkün olmadığını bir kez daha ortaya koydu.
Barışın Önündeki Engel Olarak Filistinliler!
Trump’ın seçim zaferinin ardından Netanyahu’ya Gazze’de ateşkese evet demesi için baskı yaptığı basına yansımıştı. Görevi teslim aldığında ateşkes müzakereleriyle uğraşmak istemediği şeklinde yorumlanan bu tavrının Netanyahu’ya gerçek bir baskı olmaktan ziyade kendisine savaş sonrası diplomasi için alan açma hamlesi olduğu anlaşılıyor. Savaş sonrasında Gazze’nin yeniden inşasının önündeki en büyük engeli İsrail’in kuşatması değil de Filistinlilerin varlığı olarak gören Trump’ın bu sorunu çözmek için Mısır ve Ürdün’e baskı yapması sonuç vermeyecektir. Bu ülkelerin Netanyahu’nun epeydir istediği Filistinlilerin tehcir edilmesine araç olmayacaklarını açıklamalarına rağmen Trump’ın baskısına boyun eğmeleri Filistin sorununun çözümü değil İsrail’in genişlemesi uğruna çatışmanın bölgeye yayılması anlamına gelecektir.
Hem Biden hem de Trump, Netanyahu’dan hoşlanmadıklarını zaman zaman basına sızdırsalar da İsrail’in işgal, tehcir ve etnik temizlik politikalarını desteklemekten ve hatta bu politikalara ortak olmaktan geri durmuyorlar. Bu adımları hem Amerika’nın uluslararası itibarı hem ulusal çıkarlarını tehlikeye atma pahasına atıyorlar. Farklı Amerikan yönetimleri, Ortadoğu’dan çıkmak istediklerini söylese de İsrail’in güvenliği ve korunması Washington’ın istikrarlı politikası haline gelmiş durumda. Amerikan politikasının uzun yıllar iki devletli çözüm söylemiyle sözde bir barış çabası sergiledi ve bu taktik birçok ülkeye siyasi korunak sağladı. Ancak Washington İsrail’e verdiği kayıtsız şartsız destekle artık bu sözde barış süreci müzakerelerinin sürdürülebilir olmadığını itiraf ediyor. Biden’ın İsrail’in soykırım politikasına verdiği destek ve Trump’ın Filistinlileri Gazze’den sürme planı, Amerikan politikasının kalıcı bir ‘barışı’ ancak Filistinlilerin ortadan kalkmasıyla mümkün gördüğüne işaret ediyor.
[Yeni Şafak, 7 Şubat 2025]