Eski Avukatı M. Cohen'in itiraflarından sonra Başkan Trump'ın azli daha çok konuşulur oldu. Aslında seçildiği günden beri Trump sonu azle (impeachment) gidecek bir sürecin tehdidi altındaydı. Mesele, Rusya'nın seçimlere müdahalesi... Trump'ın H. Clinton'ı Rus yetkililerle yapılan işbirliği sonucu yendiği iddiası... Ve bu konuda söylenen yalanlar... Şimdiye kadar adım adım Trump'ın ekibi yargının önüne çıkarıldı. Eski kampanya direktörü Paul Manafort vergi kaçırmaktan suçlu bulundu. Cohen, Trump'ın ilişkisi olduğu iddia edilen iki kadına ödeme yaparak seçim kampanyalarının finansmanıyla ilgili yasaları deldiğini itiraf etti. Trump ise şimdiye kadar ya "haberi olmadığını" ya da itirafçıların "yalan söylediğini" öne sürerek kendini koruyabildi. Hatta Rus yetkililerle görüşme konusunda oğlunu bile yalnız bıraktı. Ancak kıskaç iyice daralmış görünüyor. Nitekim kasım seçimlerine giderken Trump kendisinin yargılanması halinde "ekonominin çökeceği" tehdidinde bulunmak zorunda kaldı. ABD medyası geçtiğimiz salı gününü "Başkanın en zor günü" olarak niteledi. Muhalif medya "Başkanın sonunun başlangıcı" olarak ilan etti. Time dergisi kapağında Trump'ın Oval Ofis'te boğulduğunu resmetti bile. Trump'ın avukatı R. Giuliani ise başkanın azil sürecinin başlaması halinde Amerikan halkının "isyan" edeceğini iddia etti. Cohen'in itirafları bu aşamada sadece porno yıldızlarına verilen parayla ilgili olarak Trump'ı suç ortağı haline getirse de meselenin Rusya bağlantısı kısmının da adının koyulması yakın görünüyor. Yıkıcı hamle Mueller soruşturması ile gelebilir. Washington'daki oyun kurucu çevreler Trump'ın, Nixon gibi istifa etmesini ve yardımcısı Pence'in görevi devralmasını hedefliyor. Kasım seçimlerinde Demokratlar Kongre'de çoğunluğu elde etse bile Trump'ı istifaya zorlayacak bir aritmetiğin oluşması beklenmiyor. Savaşmaya kararlı Trump'ın geriye kalan iki yılının da azil tehdidi ve türbülansla geçeceği aşikâr. Ve Trump ister azledilsin ister dönemini bitirebilsin, uluslararası toplum azil sürecinin etkileriyle boğuşmak zorunda. Trump'ın yüzleştiği şey, iktidarda kalma kavgası. Mücadeleci kişiliği sebebiyle pes etmiyor. Ayakta kalabilme kaygısıyla sürekli yeni hamleler yapıyor. Bu sebeple, Trump'ın deli dolu açıklamalarını ve dış politika konularındaki saldırganlığını bu temel kaygısından ayrı düşünemeyiz. Seçmen tabanını diri tutabilmek için sürekli yeni gündem bulmak durumunda. Kuzey Kore, Kudüs, Çin, İran ve Türkiye polemikleri gündem yaratma arayışı ile irtibatlı. Böylece Trump'ın ayakta kalma kavgası ABD iç siyasetinin türbülansı olmakla kalmıyor. Dünyanın yeni bir kaotik döneme gidişinin de sebebi haline dönüşüyor. Elbette Trump yönetiminin ülkesinin dış politikasına getirdiği değişimin Obama döneminde başlayan "ABD'nin küresel konumunu yeniden değerlendirme" sürecinin devamı olduğunun farkındayım. Ancak Trump etkisi, eski ilişkilerinde yeni pazarlıklar yapmak isteyen bir işadamının girişimlerinden fazlasını içeriyor. Trump, iç iktidar kavgasını rasyonel dış politika dosyalarıyla irtibatlandırıyor. Anlaşılan bundan hiç geri de durmayacak. Değil mi ki, "Önce Amerika" sloganı her tür dış politika krizini meşrulaştırabilecek bir malzeme mahiyetinde... Liderler artık Trump'ın azledilme tehdidini ABD ile ilişkilerde ciddi bir veri olarak gözetmek durumunda. Türkiye ile yaşadığı son gerilim de Trump'ın tercih ettiği bir kriz. Aslında Cumhurbaşkanı Erdoğan, Trump ile yürüttüğü lider diplomasisi ile yaklaşık bir buçuk yıl bu tür bir krizin çıkmasını engelledi. Gelinen noktada ikili ilişkiyi Pastör Brunson'a kilitleyen ise Trump oldu. Bu, Türkiye'nin gayretleriyle ertelenmiş bir krizdi. Gerilimde, kasıma kadar liderlerin birbirini doğrudan hedef aldığı seviyeye gelmemesi için çaba gösterilmesi gereken bir yerdeyiz. Trump başka bir ülkeyle yeni bir konuyu şova dönüştürene kadar gerilim sürecinin yönetilmesi gerekiyor.
[Sabah, 25 Ağustos 2018].