Trump seçim kampanyasına başladığında, anaakım Amerikan medyası onu “sistem dışı bir aday” olarak etiketleyip kazanma ihtimali olmadığını söylüyordu. Seçim kampanyasında verdiği sözlerle alay ediyorlardı. Bu kadarı da olmaz serzenişleri ağırlıktaydı. Trump’ın karşıtları, onun düşüncelerinin, iddialarının, gerçek dışı, gülünç ve sorumsuz olduğunu vurguluyorlardı.
Seçimi kazanma ihtimali artınca, verdiği sözleri gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceği tartışmasında, iktidara gelince daha sorumlu davranacağı ve “taç giyen başın akıllanacağı” belirtiliyordu. Dış politika uzmanları “ABD’nin bir devlet siyaseti vardır. Kim gelirse gelsin dış politikanın genel çerçevesi değişmez” diyordu. Daha önceki başkanlardan örnek verenler, iç politikada başkanların manevra alanlarına atıf yapıp, ama dış politikada ABD müesses nizamının çizdiği çerçeveden başkanların çıkamayacağını vurguluyorlardı.
Trump seçim vaatlerinde ve sonrasında “Amerika’yı yeniden büyük yapmak” için ABD’nin tüm kurulu düzenini yeniden dizayn etmek gerektiğini sürekli tekrarladı. İçeride kurulu düzen ve dışarıda küresel statüko ile mücadele edeceği sözünü verdi. Uzlaşma ile değil savaşarak, ittifak kurarak değil, mevcut ittifakları sorgulayarak “önce Amerika” idealini gerçekleştireceğine dair bir algı oluşturdu.
İktidarının ilk haftasından itibaren seçim döneminde verdiği sözlerle ilgili kararlar aldı. Göreve başlar başlamaz, 7 Müslüman ülkeye yönelik vize yasağı kararnamesini imzaladı. İç politikada “Obamacare” gibi bazı alanlarda sözünü yerine getiremese de dış politikayı ilgilendiren birçok konuda küresel ve bölgesel düzlemde derin etkileri olan ya da olacak adımlar attı. Örneğin Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıdığını açıklaması, Trump için bir seçim vaadinin yerine getirilmesinin ötesinde, yeni bir istikrarsızlık dalgası başlattı.
***
Aslında sözü, ABD Başkanı Trump’ın açıkladığı yeni güvenlik strateji belgesine getireceğim. Bu belgede çerçevesini çizdiği politika tercihini ne derece realize edebileceği ile ilgili soruları cevaplayabilmek için, seçim vaadini gerçekleştirmeye yönelik bu güne kadar attığı adımlara bakmanın yeterli olacağını vurgulayacağım.
Trump göreve gelen diğer başkanlardan daha hızlı bir şekilde kendi güvenlik strateji belgesini açıkladı. Bu belge ile ilk defa, kampanya sürecinden bu yana farklı parçalarını açıkladığı “önce Amerika” söylemi ile işaret ettiği politikasının çerçevesini derli toplu bir şekilde sundu.
Amerikan ekonomisinin korumacılık temelinde güçlü olmasının öncelendiği güvenlik stratejisinde, Rusya ve Çin, ABD’nin çıkarlarına meydan okuyan iki büyük güç olarak açıkça zikredilmekte. Bu zaten Başkan Trump olmasa bile, ABD güvenlik stratejisinde öne çıkabilecek bir başlık. Ama Trump belgesinde bu başlıkta dikkat çeken husus, Çin ve Rusya’nın dünya siyasetinde öne çıkmasının ve güçlenmesinin sorumluluğunun geçmiş Amerikan yönetimlerine yüklenmiş olması.
Belgede, İran ve Kuzey Kore’nin, nükleer silah peşinde koşan ve terörizmi destekleyen “haydut devletler” olarak, mücadele edilmesi gereken düşmanların başında olduğu vurgulanıyor. Uluslararası terörizmle mücadelenin kararlılıkla devam edeceği de üzerinde durulan konulardan biri.
Belgede, daha önceki güvenlik strateji belgelerinin aksine, “ittifak stratejisi” ve “müttefiklik ilişkisi” öncelenmiyor. İş birliği yerine rekabet temelli bir politikaya öncelik veriliyor... Amerikan “yalnızlığı”nın altı çiziliyor. ABD’nin “ekonomik güvenliği”ni tehdit eden unsurların bertaraf edileceği sözü verilirken, iklim, sağlık gibi konular es geçiliyor.
Uluslararası ilişkiler uzmanlarının birçoğu, başkanların stratejik güvenlik belgelerinde açıkladığı birçok konunun, sonradan kitap sayfalarında kaldığını belirtseler de, bu son belge aslında Trump’ın düşüncelerinin ve şimdiye kadar uygulamaya çalıştığı politikanın kâğıda aktarılmış hâli.
Yani Trump en azından deneyecek.
[Türkiye, 21 Aralık 2017].