Suriye’nin 12 yıl sonra Arap Birliği’ne dönüşü krizde önemli bir dönüm noktası teşkil ediyor. Bir süredir Esad rejimiyle diplomatik angajmanın artmış olması bu noktaya gelineceğini gösteriyordur. Biden yönetiminin rejimin meşrulaş-tırılmasına karşı olduğu şeklindeki beyanlarına karşın siyasi çözüm için ciddi bir diplomatik girişimi olmadı. Washington’un BAE’nin Şam’da büyükelçilik açmasına, Türkiye’nin rejimle güvenlik ve mülteciler konularını görüşmesine ve Ürdün’ün Arap Birliği bağlamındaki çabalarına tepkisi son derece cılız oldu. Bu da bölge ülkelerinin normalleşmeye gidişine ABD’nin çok da itiraz etmeyeceği izlenimi yarattı. Bu tavrıyla Washington’un çözüm için maliyet üstlenmekten kaçınarak siyasi çözüm sürecini bölge ülkelerine bırakmak ve görece istikrar sağlandıktan sonra Suriye’den çekilme opsiyonuna sahip olmak istediği söylenebilir.
BMGK 2254 sayılı kararına hala bağlı olduğunu ifade eden Biden yönetiminin bu kararın hedeflerini gerçekleştirecek bir enerjiyi ortaya koymadığı açık. Suriye’yle ilgili diplomatik bir çaba göstermekten uzak duran ABD’nin Suriye politikası uzun süredir DEAŞ’la mücadele ve insani yardıma indirgenmiş durumda. Türkiye’nin kuzey Suriye’ye girme tehditleri karşısında endişelenen ve Ankara’yı sakinleştirmek üzere çabalarını yoğunlaştıran Biden yönetimi en son depremler sırasında insani yardım odaklı diplomatik profil yükseltmekle yetinmişti. Başından beri Astana Süreci’ne dahil olmak için de harekete geçmeyen Washington Suriye’de siyasi çözüm için bir politika geliştirme çabasına girmedi.
Genel olarak Ortadoğu’da özel olarak da Suriye’de profil düşüren Biden yönetimi, Suriye’nin Arap Birliği’ne dönmesine muhalefet etmeyerek normalleşme sürecini zımnen desteklemiş oluyor aslında. Arap ülkelerinin rejimle yakınlaşması Şam’ın Moskova ve Tahran’la ilişkilerine de denge unsuru olarak yansıyabilir. Rejimin Rusya ve İran’ın yörüngesinden çıkması şu aşamada pek de mümkün değil ancak Suriye’nin Arap Birliği’ne dönmesi mülteciler ve ülkenin yeniden inşası gibi konularda ilerleme sağlanmasına yardımcı olarak Rus ve İran etkisini azaltabilir. Washington uzun yıllar Irak’ta İran’ın etkisini dengelemek konusunda zorlanmıştı ve bu konuda oldukça tecrübeli. Suriye’de ise Ürdün ve Körfez ülkelerinin daha aktif olması Rusya ve İran’ın dengelenmesi açısından Washington açısından tercih edilecektir.
Biden yönetimi Esad rejiminin normalleşmesi sürecinden bağımsız olarak YPG’nin belkemiğini oluşturduğu SDG’yi ‘kaderine terk ettiği’ görüntüsünü vermek istemeyecektir. Trump Suriye’den çekilmek istediğinde Amerikan Kongresi’nin kopardığı gürültüyü iyi bilen Biden, geri çekilmede acele etmeyecektir. Ne yeni bir Afganistan çekilme travması ne de Kongre ve medyanın ‘Kürtleri kaderine terk ettiği’ eleştirileri Biden’ın tercihleri arasında olacaktır. Ancak Biden DEAŞ’la mücadele stratejisi çerçevesinde meşrulaştırılan kuzey Suriye’deki Amerikan askeri varlığının uzun vadede sürdürülebilir olmadığının da farkında. Bu noktada Türkiye’nin Suriye’yle görüşmelerine ciddi bir eleştiri getirmeyen yönetimin ‘ben maliyet üstlenmeyeyim ama bölge ülkeleri bir şekilde siyasi bir çözüm bulsun’ modunda olduğunu söylemek mümkün.
Biden yönetiminin Suriye’yle Ürdün’de 1 Mayıs’ta yapılan görüşmelerle ilgili olarak BMGK 2254 ve insani yardım meselelerinin gündeme gelmesini ‘cesaret verici’ bulduklarını söylemesi, Washington’un politikasının değişmeye başladığını gösteriyor. Görüşmelerde kendi önceliklerinin de gündeme gelmesinden memnun olduklarını saklamayan yönetimin rejimle angajmana karşı olduğunu formalite icabı söylediği açık. Rejime karşı yaptırımların da devam ettiğini vurgulayan Washington mülteci dönüşlerinin de gönüllü, güvenli ve insani olması gerektiğini söylüyor. Washington bu şekilde rejimle normalleşme arayışındaki bölgesel çabaya karşı olduğunu ifade etmekle birlikte bu çabanın doğurabileceği olumlu sonuçları destekleyeceğini söylemiş oluyor.
Son üç Amerikan başkanı Suriye krizine siyasi çözüm bulma konusunda Amerikan hayati çıkarları söz konusu olmadığı bahanesiyle gerekli kapsamlı diplomatik pazarlıkları yapmaktan kaçındı. Kimyasal silah kullanımı sonrasında kendi kırmızı çizgisini uygulamaya yanaşmayan Obama DEAŞ’ın sansasyonel yükselişine ani cevap verme ihtiyacıyla YPG’ye destek vermeye başladı. Suriye meselesini terörle mücadeleye indirgeyen Amerikan politikası Trump zamanında İran’la bölgesel mücadeleyi meselenin bir parçası haline getirdi. Obama İran nükleer anlaşmasını riske etmemek için Suriye’de İran’la çatışmaktan kaçınırken Trump Esad’ı bombalamaktan kaçınmayacağını göstererek gözdağı verse de kapsamlı bir siyasi çözümden ziyade Suriye’den çıkış arayışında oldu. Biden da DEAŞ bahanesiyle YPG’ye desteğe devam politikasına devam ederek siyasi çözüm için ciddi adım atmadı.
Amerika’nın Ortadoğu politikasının gitgide etkisizleşmesi ve kapsamlı bir angajmandan kaçınması İran, Irak, Suriye, Yemen ve İsrail gibi birçok konuda kendini gösteriyor. Bu durumda Rusya ve Çin gibi küresel aktörler için bölgede daha fazla etki alanı açılırken bölgenin ülkeleri de kendi aralarında çok daha farklı çözüm arayışlarına yöneliyor. Suudi-İran yakınlaşmasından Türkiye’nin Suriye ve Mısır’la görüşmelerine kadar birçok gelişmede Washington gelişmelerin dışında bir görüntü sergiliyor. Bunun bölgenin aktörlerinin kendi aralarında denge sağlamalarına ve bu dengenin daha kalıcı olmasına yardımcı olması sonucu doğabilir. Biden için Obama’nın Amerikan liderliğinden vazgeçtiği yönünde çokça eleştirildiği ‘geriden liderlik’ iddiası bile fazla maliyetli görünüyor. YPG’ye desteğini terörle mücadele ötesinde stratejik bir hedef doğrultusunda izah edemeyen yönetimin Suriye’nin Arap Birliği’ne dönüşüne de stratejik bir itiraz ortaya koyamadığını görüyoruz..