Suriyelilere "vatandaşlık verilmesi" uzun bir süre siyasi gündemi meşgul etme potansiyeli taşıyor. Mesele sadece 6 yıl süren savaşta büyük yıkımlara uğramış ve ülkemize sığınmış Suriyeli sığınmacıların kaderi ile sınırlı değil. Ve Türkiye'nin insani yardım hassasiyetinin bir göstergesi olmaktan öte anlamlar içeriyor.
Uzmanlar uluslararası toplumun bugün II. Dünya Savaşı sonrası mülteci akınına benzer bir sorunla yüzleştiğini belirtiyor. Bu sebeple mültecilerin geleceği ve uyumu Avrupa'nın mevcut krizinin ve hatta Brexit'in başat faktörü konumunda.
Mültecilerin varlığına yönelik kaygı, hatta korku demeliyim, Avrupa'da merkez siyaseti radikal sağın yabancı düşmanlığına ve İslamofobisine yaklaştırmakla kalmıyor. Radikal sağı da teröre bulaşma noktasına vardıran bir ırkçı tepkiye götürüyor. Biz de ülkemizdeki Suriyelilerin uyumunun Türkiye siyasetinde kalıcı tesirler bırakabileceğini öngörmek durumundayız.
Muhalefetin "referanduma götürelim" yaklaşımı ve kimi medyadaki hakaret dolu ırkçı tepkiler işin ciddiyetini gösteriyor. Sade Türkiye vatandaşının işini, gelirini kaybetme korkusunu tetikleme amacı taşıyan "popülist" değerlendirmeler rasyonel bir politika konusunu bir fay hattına çevirebilir.
Özellikle Kürt milliyetçilerinin Suriyeli sığınmacılara "vatandaşlık verilmesi" uygulamasını kendilerine karşı "demografik bir operasyon" hatta "asimilasyon" olarak görmeleri ise alarm zillerini çaldıracak ölçüde vahim. Vatandaşlığın AK Parti iktidarına "oy deposu" olacağı argümanı da temelsiz bir varsayım.
Türkiye'ye sığınan Suriyeliler oldukça heterojen bir yapı arz ediyor. Sadece Sünni Araplardan oluşmuyor; Nusayrileri, Kürtleri ve Ezidileri de kapsıyor. Bu yüzden Suriyeli sığınmacıları "AK Parti yandaşı" diyerek "ötekileştiren" muhalefet tepkisi demokrasimiz için tehlikeli bir yolun kapılarını açıyor. Böylesi sorumsuz bir yaklaşımla terörle mücadele ortamında yükselen hassasiyetlerin yönlendirildiği bir günah keçisi üretilebilir.
Dahası, Suriyelilerin gündelik hayatta "ötekileştirilmeleri" ve güvenlik sorunu oluşturacak şekilde "provoke" edilmeleri siyasetin diğer fay hatlarını (Türk- Kürt, Sünni- Alevi, Laik- İslamcı ve diğer) içine çeken bir kara delik yaratabilir.
Ülkemizdeki sığınmacıların sorumluluğunu Türkiye'nin dış politikasına fatura etmek de bir fayda sağlamaz. Küresel ve bölgesel güçlerin tümünün Suriye iç savaşının uzamasındaki sorumluluğunu anlatmak nasıl bizim sığınmacı ve PYD tehdidi sorunumuzu çözmüyorsa... Yapılması gereken iki şey var: İlki, "vatandaşlık verilmesi" kararının "kapsamlı bir uyum politikasının" bütünleyici bir parçası olarak uygulanması. "Geçici koruma" statüsünden "vatandaşlığa" geçişin kademeli olarak planlanması ve öncelikle nitelikli Suriyelileri hedeflemesi de bunu gösteriyor. Ancak kapsamlı uyum politikasının en kritik ayağı Suriyeli gençler olmalı. Ülkemizdeki Suriyelilerin yarısının 19 yaş altı olduğu düşünülürse gençliğin uyumu sosyalleşmeden eğitim ve istihdama kadar birçok konuyu kapsıyor. Şurası net: Türkiye, Suriyelilere kucak açmayı sadece insani yardım olayı olarak görmüyor. Kendi bölgesel derinliğinin ve insani zenginliğinin kritik bir unsuru olarak değerlendiriyor. Yakın bir gelecekte tüm Suriyeliler ülkesine dönecek olsa bile bu yaklaşımla politika üretmek Türkiye'nin geleceğine katkı sağlayacak.
İkincisi, elbette Suriyelilerin vatanlarına dönüşünü sağlayacak bir siyasi çözüm için çaba sarf etmek. Bunun Türkiye'nin ölçeğini aştığı ortada. Rusya ve İran ile Suriye'de çözüm için yeni bir düzlem bulma çabasını bu yönde atılmış adımlar olarak görmeliyiz.
Sözün özü, ülkemizin geleceğine "zenginlik" katacak bir hususu 2013 sonrası derinleşen fay hatlarını patlatacak kibrit ateşine çevirmek isteyenlere karşı dikkatli olunmalı
[Sabah, 15 Temmuz 2016].