SETA > Yorum |
Sürece Yasal ve Siyasi Güvence

Sürece Yasal ve Siyasi Güvence

Türkiye'nin son bir yıllık siyasi takvimi, toplumun ve aktörlerin çözüm sürecine sadakatini artırsa da, sürecin somut ve hızlı adımlarla ilerlemesini engelledi.

Hükümetin Meclis’e sunduğu Kanun Tasarısı, Türkiye’nin Kürt sorunuyla yüzleşme serüveninde ve 19 ayı geride bırakan çözüm sürecinde yeni bir aşamaya geçilmesini ifade ediyor.

AK Parti iktidarının ve Türkiye siyasetinin iç ve dış krizlerle en fazla yüzleştiği son bir yıl içinde çözüm sürecinin kesintiye uğramadan devam etmesi, hem toplumun sürecin siyasi istikrara etkilerini görerek desteğini artırmasını, hem de hükümet ile Kürt aktörler arasındaki ilişkinin birçok testten geçerek güçlenmesini sağladı.

Ancak, açık ki, Türkiye’nin son bir yıllık siyasi takvimi, toplumun ve aktörlerin çözüm sürecine sadakatini artırsa da, sürecin somut ve hızlı adımlarla ilerlemesini engelledi.

30 Mart seçimlerinin, çözüm sürecinde duraksamaya yol açan siyasi belirsizlik parantezini kapatmasıyla sürecin önü açıldı. Haziran başında birçok iyimser demeç üzerinden kamuoyuyla paylaşılan bu durum, nihayet tasarıyla ete kemiğe bürünüyor.

Yasanın zamanlamasına yönelik görüşler, yaklaşan Cumhurbaşkanlığı seçimlerine atıf yapıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin zamanlamada etkili olmadığı söylenemez elbette. Ancak, yasanın zamanlamasında, asıl etkili faktörün, tarafların “Türkiye okumasında yaşanan değişim” olduğunu düşünüyorum.

Gezi eylemlerinden başlayarak 30 Mart seçimlerine kadar, AK Parti’nin ve Türkiye’deki siyasi istikrarın an be an krizlerle yüzleşmek durumunda kalması, taleplerin karşılanmasını, esaslı adımların atılmasını mümkün kılmıyordu. 30 Mart seçimleri, kendisinden sonra gerçekleşecek iki seçimin muhtemel sonuçlarını da işaret edecek şekilde sonuçlanınca, çözüm süreci önünde yeni bir yol belirdi. Meclis’e sevk edilen yasa bu yeni dönemin ilk etkili işaretini teşkil ediyor.

Öcalan-Kandil-HDP, yaklaşık bir yıldır, dillendirdiği bir çok talep içerisinde özellikle sürecin yasal bir zemine ve siyasal bir niteliğe kavuşturulmasında ısrar ediyordu. Bu yasa, her iki talebi de karşılayan bir işleve sahip. Altı maddelik tasarıyla çözüm süreci kapsamında bugüne kadar yapılan ve bundan sonra yapılacaklar yasal bir çerçeveye alınıyor.

Amacını “çözüm sürecinin usul ve esaslarını düzenlemek” olarak tarif eden tasarı, bir “çerçeve yasa”dan beklenebileceği üzere, somut ayrıntılara yer vermek yerine yol haritasının (si)yasal koordinatlarını belirliyor.

Tasarı, içeriğinden bağımsız olarak, Meclis’i sürece katacak olması dolayısıyla tarihi bir niteliğe sahiptir. Bugüne kadar, Başbakan’ın idari tasarruf ve görevlendirmeleriyle yürüyen süreç, TBMM’nin sürece katılmasıyla, yeni bir çok boyut kazanıyor.

Öncelikle çözüm süreci, Meclis üzerinden göz ardı edilemez bir demokratik meşruiyete kavuşturuluyor. İkinci olarak, Başbakan’ın inisiyatifiyle yürüyen süreç, Meclis iradesiyle tahkim ediliyor. Hükümetin inisiyatifinde yürütülen süreç, siyasetin onayına, katılımına, müdahalesine açılıyor.

Üçüncü olarak, siyasi partiler, kanun tasarısı üzerinden çözüm sürecine yönelik tutumlarını netleştirmeye zorlanıyor. Siyasi partiler, karınlarından konuşmayı bırakıp pozisyon alacaklar. İçeriğinden, dilinden, kapsamından bağımsız olarak, süregiden sürece bakışlarını kayıt altına almış olacaklar. Burada, gözler CHP’de olacak. CHP’nin nihai kararı çözüm sürecine yönelik tutumunu belirleyecek. Esasa taalluk etmeyen eleştirilere sığınarak yasaya karşı mı çıkacak, yoksa eleştiri ve önerilerle yasayı tartışsa da nihayetinde destek mi verecek.

Yasa tasarısı doğrudan hükümeti muhatap alarak, yetki ve sorumluluklarını tarif ediyor. Böylece, bir iletişim stratejisi olarak bugüne kadar başvurulan devlet-hükümet, bürokrat-siyasetçi ayırımları anlamsızlaşıyor. Hükümet yükten kaçmak, sorumluluğu delege etmek yerine, yükü omuzluyor, sorumluluğu üstleniyor. Sürecin yasalaşması ve hükümetin yükümlülük üstlenmesi, sürecin siyasallaşmasını da sağlıyor.

Yasa, müzakere sürecini ve müzakerecileri de yasal güvenceye alıyor. Tasarının ikinci maddesi müzakere sürecinin, dördüncü maddesi ise müzakerecilerin yasal zeminini belirliyor. Bu çerçevede, yasa tasarısı, müzakere-müzakereci kelimelerine yer vermeden sürecin müzakere ile yürütüleceğini ve bu faaliyetlerin yasal koruma altında olduğunu karara bağlıyor.

Bütün bu özellikleriyle yasa tasarısı, çözüm sürecini, yasal günceye, demokratik meşruiyete ve siyasi bir iradeye kavuşturuyor. Bir çerçeve yasa olarak, beklentileri fazlasıyla karşılıyor. Bundan sonrası, kamuoyunun desteği ve tarafların siyasi performanslarıyla yol açacak.

[Akşam, 29 Haziran 2014]