50 kişinin hayatını kaybettiği ve bir o kadarının yaralandığı Orlando saldırısı aslında ABD için sıradan bir olay. Amerikan gazetelerinde çıkan haberlere göre saldırının olduğu hafta sonunda toplamda 121 kişinin vurulduğu 63 silahlı saldırı daha gerçekleştirilmiş. Koskoca süper gücün, şiddeti ve cinayeti de süper oluyor; Irak ve Suriye’den bildiğimiz bir gerçek. Ölenler eşcinsel, öldüren de Müslüman olduğunu iddia eden bir kişi olunca, Orlando saldırısı hafta sonu gerçekleşen diğer 63 saldırıdan farklı bir yere oturdu. Bu da alışık olduğumuz bir durum. Lakin alışmakta zorlandığım başka bir şey var; ülkemizin "entel" Müslümanlarının bu tür saldırılar sonrası mahcup olması, suçlu hissetmesi, savunmaya geçmesi, taziye ve empati yarışına girmesi.
Katil her şeyiyle ABD malı. Saldırıyı kanuni hakkını kullanarak bir süpermarketten aldığı silah ile gerçekleştirdi. Yani silah almak için yardıma ihtiyacı yoktu; olsa bile biz yardım etmedik; suça ortak değiliz. Katil burada, bizim dizimizin dibinde değil, Amerikan toplumunda yetişti. İnsan arzularının önüne hiçbir engel koymamayı şiar edinmiş bir toplumsal düzenin insanı; biz yetiştirmedik; suça ortak değiliz. Katille kesiştiğimiz tek nokta dinimiz. Katil Müslüman olduğunu iddia ediyor. Kendi namıma iddia düzeyindeki bu ortaklık nedeniyle suçluluk hissetmiyorum. Önce ABD ve küresel sistemin diğer hâkimleri dünyada döktükleri kanın, özellikle de Müslüman kanının hesabını versinler. Yaptıkları zulümler ile El-Kaide, DAEŞ gibi terör örgütlerine elverişli bir zemin hazırladıkları gerçeği ile yüzleşsinler… Ondan sonra eğer varsa payımıza düşen bir mahcubiyet biz de onun yükünü taşırız.
Ama o zaman kadar Orlando saldırısı ABD’de aynı hafta sonu gerçekleşen diğer 63 silahlı saldırıdan ne bir eksik ne de bir fazladır. Diğer saldırıların failleri ile yakınlığım ne kadarsa Orlando canisi ile de o kadar. Diğer saldırıların maktullerine ne kadar üzüldüysem, Orlando’da ölenlere de o kadar üzüldüm. Nasıl ki diğer saldırılardan dolayı mahcubiyet hissetmediysem, Orlando saldırısıyla ilgili de mahcubiyet hissetmedim.
Aslında mahcup muhafazakâr entellerimiz de aşağı yukarı böyle düşünüyorlar. Lakin batı toplumu ile temasları diğerlerine göre daha fazla olduğu için, batının söylemsel gücünü ve kültürel iktidarını daha fazla hissediyorlar. Hâl böyle olunca da kınanmaktan, suçlanmaktan, sorumlu tutulmaktan daha fazla korkuyorlar. Serde entellik olunca durum iyice karmaşıklaşıyor. Kendilerini cahil, kaba ve pis Orta Doğululardan ayrıştırmak istiyorlar. Hasbelkader temasa geçtikleri Batılılara "Bakın ben o saldırıyı yapan kötülerden değilim. Ben farklıyım." mesajını vermeye çalışıyorlar.
Aynı dinamik aslında ülke içindeki meselelerde de işliyor. Evet, Yeni Türkiye’de siyasi güç el değiştirdi. AK Parti’nin uzun süreli iktidarı, siyasi alanı dönüştürmek için yeterli olan zamanı ve imkânı verdi. Gerçekten de artık Türkiye’de dindarlar ve dini hayat üzerindeki kurumsal baskıların ortadan kalktığını söyleyebiliriz. Ancak iktidar sadece siyasi ve kurumsal olandan ibaret değil. Bunların yanında bir de kültürel iktidar alanları ve mikro iktidar alanları var. Ve maalesef kültürel ve mikro iktidar alanlarında tablonun pek de parlak olduğunu söylemek mümkün değil. Orlando saldırısı sonrası işleyen dinamik içeride de işliyor. Dinî kimliği ile kamuoyuna çıkmış bir figür, söylediği doğru veya yanlış bir sözden dolayı toplumsal linçe hedef olduğunda, taş atanların arasında kendi mahallesi de yer alıyor. Mesele sözlerin içeriği olsa bir tekme de benden, lakin mesele içerik değil kimlik!
[Türkiye, 16.Haziran.2016].