Geride bıraktığımız hafta okuduğum en çarpıcı analizlerden biri Küresel Çözüm İnisiyatifi'nin başkanı ve aynı zamanda Brookings adlı Amerikan düşünce kuruluşunun kıdemli ekonomi araştırmacılarından biri olan Dennis J. Snower'in 27 Mart'ta yayımlanan "Pandemi Sonrası Dünyaya Uyanmak" (Awakening in the Post-Pandemic World) başlıklı makalesiydi. "Hiç kimse uyarılmadığımızı iddia edemez" diyen Snower "dünya çapında bir salgına karşı hazırlık yapılmaması, kayıtsızlık ve ihmalin" bir sonucu olduğunu ileri sürerken üç çarpıcı rapora atıfta bulunuyordu. Her bir rapor ayrı ayrı olası küresel bir salgına hazırlıklı olunması gerektiğini ancak bu yönde bir hazırlık yapılmadığını, yapılsa bile hazırlıkların çok yetersiz kaldığını ileri sürüyor. Raporlar sırasıyla 2016 ve 2019'da yayımlanmış ve ikisi de ortak bir sonuca varıyor; olası bir küresel salgının insan kaybı maliyeti ekonomik maliyeti kadar korkutucu olacak. Milyonlarca insan ölecek ve küresel ekonominin yüzde 5'i yok olacak.
Küresel siyasetin terörizm ve çatışma odaklı güvenliğe odaklandığı 11 Eylül'den bu yana küresel salgın gibi terörizmden çok daha tehlikeli olduğunu artık idrak ettiğimiz bir tehdidi göz ardı etmiş olması şaşırtıcı değil. Bu göz ardı edilmişliğin arkasında muhakkak ki modern devlet tahayyülünün büyük bir payı var. Yani sınırları belli, egemenlik ilkesine halel gelmesine tahammül edemeyen ve kendisini içe kapandığı zaman emniyette hisseden bir devlet anlayışı. Bu anlayış güvenliği sadece devleti korumaktan ibaret sayıyor. Ancak Koronavirüs (COVID-19) salgını bu bilindik klişeleri altüst etmiş görünüyor. Dünya çapında bir tehdit algısı anketi yapılsa şu aşamada tartışmasız birinci sıraya Koronavirüs yerleşebilir. Terörizmden, DEAŞ'tan ve El-Kaide'den daha büyük bir tehdit. Elbette Koronavirüs salgınının birinci sıraya yerleşmesinin birçok sebebi var; bilinmezlik, kontrol edilemezlik ve belirsizlik. Bu sebeplere şimdilik ortaya çıkardığı ekonomik hasarı ve neden olacağı ekonomik kayıpları eklemiyorum bile. Dolayısıyla dünya gerçek bir tehditle karşı karşıya gelmiş durumda.
Salgının merkezi haline dönüşen ABD'ye bakmak durumun vahametini anlamak için yeterli. Trump'ın ifadelerine bakılırsa ABD aldığı önlemler sayesinde 2 milyon insanın ölmesini engelledi. Ancak Trump'ın zikrettiği mevcut rakamlar da hiç iç açıcı değil. ABD salgında 100-200 bin Amerikan vatandaşının hayatını kaybedebileceğini düşünüyor. Salgının merkezi üssü konumundan çıkarak iyileşme ve toparlama evresinde olduğunu duyuran Çin'in ise bu süreçte ne kadar şeffaf olduğu tartışmalı. Birçok kişi ve uzman Çin'in rakamları gizlediğini iddia ediyor.
Her ülke kendi ulusal mücadelesini sergilese de çözüm yine uluslararası olmak zorunda. Artık bütün ülkeler bunu kavramış durumda. Peki bu nasıl gerçekleşecek, asıl üzerinde düşünülmesi gereken soru bu olmalı.
Uluslararası iş birliği şart ama nasıl?
Uluslararası iş birliğinin –salgının özellikle Şubat ve Mart aylarındaki seyri dikkate alındığında– iç açıcı seviyede olduğunu söylemek pek mümkün görünmüyor. Her ülke öncelikle kendi sorununu ortadan kaldırma yönünde adımlar atmayı tercih ediyor. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gibi salgın konusunda en yetkin ve etkin olması gereken kurum bile gerekli tedbirlerin alınması sürecinde hızlı davranamadı. DSÖ'nün başkanı Çin'i yeterli tedbirleri almadığı gerekçesiyle uyaramadığı için sert eleştirilere maruz kalıyor.
Uluslararası iş birliği konusunda şimdilik önce çıkan Çin birçok ülkeye, salgını kontrol altına aldığını iddia etmesinden hemen sonra yardım ulaştırdı. İtalya başta olmak üzere Çin birçok Avrupa ülkesine sağlık, bazı ülkelere de para yardımında bulundu. Ancak Çin'in yardım konusundaki stratejisinin neyi hedeflediği oldukça muğlak. Bu durumu bir fırsata çevirmeye çalışan Pekin yönetimi yardımı önce uluslararası kamu diplomasisinin aracı olarak kullandı. Birçok ülkeye yardım göndermekle kalmadı aynı zamanda bunu açık bir propagandaya dönüştürdü. Sonrasında ise yardımları diğer ülkelere baskı aracı olarak kullanmaya çalıştığı yönünde iddialar ortaya atıldı. Daha doğrusu Çin kendisini yeni küresel lider olarak konumlandırma gayretinde. Bütün bunlar Çin'in Koronavirüs sonrası dünya siyasetinde yeni bir manevra yapacağını gösterir nitelikte.
Avrupa'ya yardım gönderen ülke sadece Çin ile de sınırlı değil. Rusya da yardım gönderen ülkeler arasında yer aldı. Kendi durumuyla ilgili güvenilir veriler olmasa da Rus askeri araçları tıbbi yardım için Roma sokaklarında göründü. Avrupa tarihi açısından beklenmedik bir durum. Benzer şekilde Putin, ABD'ye tıbbı yardım göndererek propaganda savaşında Trump'ın bir adım önüne geçti. ABD ise kendi derdi ile uğraşmaktan diğer ülkelere yönelik bazı tıbbi yardımlarda bulunsa bile bunu konuşacak pek bir vakit bulamadı.
Üç büyüklerin dışında dikkat çeken bir ülke ise Türkiye. Türkiye de birçok ülkeye yardım gönderen ülkeler arasında yer aldı. Çin'de salgının en yoğun olduğu dönemde ilk yardım gönderen ülke de Türkiye olmuştu. Ankara, başta ABD olmak üzere birçok Avrupa ve Ortadoğu ülkesine tıbbi yardım gönderdi. En son rakamlar Türkiye'den yardım isteyen ülke sayısının 88 olduğunu gösteriyor.
Uluslararası iş birliğinin belki de en önemli olduğu nokta kuşkusuz salgınla mücadele. Koronavirüs ile mücadele konusunda aşının bulunması konusunda bazı iyi haberler olsa da henüz tatmin edici bir çözüme ulaşılmış değil. Tıp ortak bilginin en fazla üretildiği alanların başında geliyor. Ancak ülkeler şimdilik pandemi ile mücadelede aşıyı öncelikle kendilerinin bulması için uğraşıyor. Öte yandan bu alan aynı zamanda küresel ilaç pazarı açısından da son derece önemli. Gizlilik, sürecin uzun olması ve güvenilirlik bu alandaki iş birliğinin önüne geçiyor. Dolayısıyla Koronavirüs ile mücadelede devletler arasında büyük bir rekabet olduğunu söylemek mümkün.
Uluslararası iş birliğinin Koronavirüs sonrası en fazla ihtiyaç duyulacağı alanı ise ekonomi oluşturuyor. ABD 2 trilyon dolardan daha fazla para ayırarak salgının ekonomik etkilerini minimize etmek istiyor. Küresel ölçekte salgınla mücadele için ayrılan para miktarı nereden baksanız 5 trilyon doları bulmuş durumda. Ancak salgının küresel ekonomiye nasıl bir tahribat yaratacağı belirsizliğini korumaya devam ediyor. Dolayısıyla hem ulusal ekonomiler hem de küresel ekonomi ölçeğinde hasar tespitinin yapılmasının ardından küresel ekonomik sistemin normal akışına kavuşması bir yıldan daha fazla bir zaman alacak. Bu dönemde en fazla ihtiyaç duyulan ise uluslararası iş birliği. Bunun için Çin-ABD ticaret savaşının bir an önce sona erdirilmesi ve iki süper gücün ekonomik düzenin işleyişi konusunda çatışmayı değil iş birliğini tercih etmesi gerekiyor. Öte yandan IMF, Dünya Bankası ve diğer ekonomik kuruluşların ortak bir mücadele yöntemi belirlemesi gerekecek. Ancak eski paradigma ve modellerle Koronavirüs sonrası küresel ekonominin idare edilmesi pek mümkün görünmüyor.
Koronavirüs salgının etkileri uzun süre daha konuşulmaya devam edecek. Sorun küresel ancak çözüm de küresel olmak zorunda. Koronavirüs ile mücadelede içe kapanmacı bir model iç içelik ve birbirine bağlanmışlığın bu derece artığı küresel sistemi daha derin bir krizle karşı karşıya bırakabilir.
[Sabah, 4 Nisan 2020].