Seçim sürecinde son haftaya girerken polemiklerin en üst düzeye çıkması dikkat çekiyor. Bunu sadece kutuplaşmanın zirveye çıkması olarak nitelemek doğru olmaz. Zira 2023'te dünyanın en önemli seçimi olarak görülen 14 Mayıs seçimleri ülkemizin geleceği için kritik önemde. Seçilen cumhurbaşkanının hükümet sistemi, PKK ve FETÖ ile mücadelenin seyri ve Türkiye'nin uluslararası sistemdeki yeri gibi konularda ciddi farklar oluşturması mümkün. Yani seçmendeki siyasallaşma seviyesi de hayli yüksek. Türk seçmenindeki yüksek siyasallaşmanın bir nedeni muhalefetin iki yıldır ısrarla seçim merkezli siyaset yapması ve sürekli aday tartışması ile konuyu canlı tutması. Daha önemli sebebi ise siyasetin kazandığı değer. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yirmi bir yıllık vesayetle mücadelesi Türkiye ile ilgili kritik kararları almada siyasete ve siyasetçiye büyük bir yetki ve sorumluluk alanı açtı. Artık "büyük işlere" askeri-bürokratik vesayet çevreleri değil sandıktan çıkan, milli iradenin temsilcisi siyasetçi karar veriyor ve 2023 sonrasında da böyle olacak. İşte bu yüzden "Erdoğan ya da Kılıçdaroğlu kazanırsa ne olur?" sorusu seçmenin en başat gündemi.
Her iki tarafın anketleri kendi adayını önde gösterirken adaylar birinci turda seçimi kazanmak için tüm kozlarını sahaya sürüyor. Seçmenin de "ikinci tura kalmasın" hissiyatına girmesi sürpriz olmaz. Böylece son haftada kampanyalarda sert söylemler devam ederken "umut veren kapsayıcı" bir dilin, yani balkon konuşması yaklaşımının ağırlık kazanması beklenir. Cumhur İttifakı "Yaparsa Erdoğan yapar" yaklaşımı ile büyükşehirlerdeki artan kira ve konut fiyatları ile gıda enflasyonunu çözeceğini öne çıkarıyor. Kılıçdaroğlu ise "ekonomi takımını" açıklayarak seçmeni vaatleri konusunda ikna etme çabasında.
***
Kılıçdaroğlu'nun "Sana söz" sloganını seçmesini anlamlı buluyorum. Zira hem çok söz verme hem de önceki sözlerini tutma konuları en eleştirildiği alanlar. Birkaç örnek vereyim... 2010'da CHP genel başkanlığına kurultayda aday olmayacağı sözünü verip bir hafta sonra aday olması, 2018 seçimlerinde parti genel başkanının cumhurbaşkanı adayı olmaması gerektiğini söyleyip 2023'te kendisi aday olması ve seçilirse de genel başkanlıktan ayrılmayacağını söylemesi ve 2019 belediye seçimlerinde kimsenin işten çıkarılmayacağını açıklayıp sonra İmamoğlu'nun 15 bin işçiyi çıkarması karşısında sessiz kalması.... Kılıçdaroğlu tutmadığı sözler için inandırıcı bir açıklama da yapmış değil.Kılıçdaroğlu'nun Yetersiz 'Terör' Açıklaması
Millet İttifakı'nın en çok zorlandığı alan ise PKK'nın Kılıçdaroğlu'na verdiği açık destek ve HDP (YSP)'lilerin taleplerinde sürekli eli yükseltmesi. Bu parti, Öcalan, Demirtaş ve PKK militanlarının serbest bırakılması ve yeni çözüm sürecinin yanı sıra "özerklik" ve "Kürdistan" hedeflerini de gündem yapıyor.
En son bir YSP adayı "Afrin'i geri alacağız" diyerek doğrudan PKK-YPG diliyle konuştu. Bu ortamda Kılıçdaroğlu, "HDP ile kapalı kapılar ardında ne konuştun?" ve "PKK'ya ne vaat ettin?" sorularını cevaplayamıyor. Üzerindeki baskı artıyor. Kılıçdaroğlu'nun "Kim terör örgütlerinin yanında olursa Allah belasını versin" söylemi ikna edici bulunmuyor. PKK elebaşlarının kendisine açık desteğine "Hadi oradan teröristler" diyemediği için ve dahası DEVA Partisi Genel Başkanı Babacan "AB, YPG'yi terör örgütü olarak görmüyor" dediği için Kılıçdaroğlu'nun muğlak ve muhataplarını (PKK, YPG ve FETÖ) tam göstermeyen terör örgütü söylemi yetersiz kalıyor.
The Economist Küstahlığı
İngiliz The Economist dergisinin "Erdoğan gitmeli" çıkarması ile sunduğu dosyada "demokrasiyi kurtarmak adına Kılıçdaroğlu'na destek verme" kampanyası yapması ülkemizdeki seçimlere yönelik küstah bir girişim. Batı medyasındaki diğer örneklerle birlikte bu derginin cüretkâr yaklaşımlarına siyaset kurumunun hep birlikte "Türkiye'nin geleceğine sandıkta milletimiz karar verir ve size çenenizi kapatmak düşer" cevabını vermeli.
[Sabah, 5 Mayıs 2023].