SETA > Yorum |

Siyasette Gecikmiş Açılımlar

TÜRKİYE son iki yılı, krizlerle malul, yoğun bir siyasal gündemle geçirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimi, askerî muhtıra, genel seçim, yeni anayasa tartışmaları, başörtüsü düzenlemesi, parti kapatma davaları, sınır ötesi askerî operasyonlar gibi kritik başlıkları, bürokrasi-siyasal irade arasındaki güç savaşının zeminini oluşturan unsurlar olarak geride bıraktık. Son günlerde, siyasal partiler geleneksel tutumları nedeniyle kendilerinden beklenmeyen açılımlarla siyaset üretmeye başladılar

TÜRKİYE son iki yılı, krizlerle malul, yoğun bir siyasal gündemle geçirdi. Cumhurbaşkanlığı seçimi, askerî muhtıra, genel seçim, yeni anayasa tartışmaları, başörtüsü düzenlemesi, parti kapatma davaları, sınır ötesi askerî operasyonlar gibi kritik başlıkları, bürokrasi-siyasal irade arasındaki güç savaşının zeminini oluşturan unsurlar olarak geride bıraktık. Son günlerde, siyasal partiler geleneksel tutumları nedeniyle kendilerinden beklenmeyen açılımlarla siyaset üretmeye başladılar

Kürt, Alevi ve İslami duyarlılıklar başlıkları altında siyasal aktörlerin edindikleri yeni pozisyonların, nihayet siyaset kurumunun sorunlara vaziyet edebilen dinamik bir siyasal akılla hayatı yakalamaya çalışması anlamına gelip gelmediğini bugünden kestirebilmek güç.

Aslında toplumun devlete yabancılaşması riskini içermesi itibarıyla, Türkiye’nin en kronik siyasal sorunlarını içeren Kürt, Alevi ve İslamcı kimliklerin yaşadıkları sorunlar yeni değil. Bu sorunlara yönelik açılımlar da ilk defa bugün yapılmıyor. İç ve dış tehditlerle biçimlenen güvenlik algısının özgürlükleri ötelemesi, iktidardaki merkez partilerin icraatı kimlik taleplerine öncelemesi, çevreyi temsil eden toplumsal kesimlerin kimlik taleplerini dillendirecek bir güce henüz ulaşmamış olmaları ve anti-komünizm, Türk-İslam sentezi gibi bütünleşme stratejileri aracılığıyla toplumdaki siyasal ve kültürel potansiyelin devletin güvenlik kaygıları için seferber edilmesi olarak özetlenebilecek Soğuk Savaş iklimi, 1990’lara kadar bu sorunların tartışılarak bir çözüme ulaştırılmasına imkan tanımadı.

 

Özal’lı Yıllar ve Siyasal Canlanma

Soğuk Savaş’ın sona ermesi, yeni toplumsal hareketlerin doğmasına ve yıllardır güvenlik kaygılarıyla bastırılan birçok kimliğin güçlenmesine yol açtı. 1990’ların başından itibaren bu sorunlar, bugünkünden çok daha sahici ve canlı bir şekilde tartışılmaya başlandı. Özal önderliğinde hem sivil toplum hem de kamu bürokrasisi nezdinde yeni açılımlar ve girişimler gündeme getirildi. Siyasal iklimin yeni açılımlara zemin hazırladığı bu yıllarda tabanın kimlik taleplerine kulak veren siyasal partiler yükselen bir ivme gösterdi. 1991’de Demokrasi Partisi (DEP)’nin kurulup TBMM’de temsil edilmesi, Kürt sorununun demokratik çözümü konusundaki girişim ve açılımlara ivme kazandırdı. Bu yıllarda Alevilik üzerine tartışmalar da yoğunluk kazandı. Zorunlu Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi derslerinin müfredatı, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hizmetleri ve cemevlerinin statüsü bağlamında Alevilik meselesi siyasal gündemde yer buldu. Misyonunu yitiren merkez partilere karşı toplumsal sorunlara duyarlı, dinamik bir siyasal programa sahip olan Refah Partisi (RP), kısa vadede seçmen desteğini arttırarak iktidar alternatifi olmayı başardı.

28 Şubat Süreci ve Siyasetin Sonu

Böylece Türkiye, Soğuk Savaş sonrası yerel ve küresel fırsatları değerlendiren ve zamanın ruhuna uyum sağlayan dinamik bir siyasal akılla 90’lı yıllara girdi. Ancak Özal sonrasında, bürokratik dirençle mücadele edebilecek bir siyasi aktörün yokluğu; bu sorunlarla yüzleşme isteği ve potansiyeli taşıyan RP’nin de Kemalist koalisyonun yürürlüğe koyduğu 28 Şubat sürecine karşı, bütün enerjisini varlığını korumaya hasredip içine kapanmasıyla bu fırsat heba edildi. Güvenliğin özgürlüğe öncelendiği, bürokratik reflekslerin siyasal iradeyi esir aldığı bu siyasal ortamda tartışmalar bıçak gibi kesildi ve RP’nin yanı sıra Kürt ve Alevi kimlik talepleri de bu otoriter atmosferden nasibini aldı. DEP milletvekilleri 1994’te hapse atıldı. Kürt sorunu siyasal iradenin inisiyatifi dışına çıkarılarak teröre indirgendi ve tamamen askerî bir çözüme emanet edildi. Alevi sözcüler ise, yaklaşan İslamcı tehlikeye karşı laik koalisyona dâhil olarak irtica ile mücadele kampanyasının toplumsal tabanını oluşturmayı tercih etti.

Değişen siyasal ve toplumsal koşullara ayak uyduramaması nedeniyle zayıflayan merkez partilerin irtica ile mücadele kampanyasına destek vermeleri, siyasal dili etkileme imkanına sahip nüfuzlu çevrelerin bürokrasi ile ittifak kurarak -bütün diğer sorunları büyütme pahasına- enerjilerini irticayı bastırmaya hasretmeleri ve yeni toplumsal taleplerin sözcülüğü misyonuyla iktidar alternatifi olan Milli Görüş geleneğinin bütün mesaisini kendi varlığını muhafaza etmeye harcaması, 2002’ye kadar ülkenin bütün siyasal potansiyelini tüketti.

Siyaset Kurumu Toparlanıyor mu?

AK Parti iktidarıyla geçen altı yılda, dış politika ile ekonomi alanında ülkenin ihtiyaç duyduğu dinamik bir politika hayata geçirilebilmiş olsa da, aynı dinamik aklın siyasal talepler konusunda devreye sokulduğu pek söylenemez. 28 Şubat sürecinin gündemine aldığı konularla ilgili bürokratik direnç bugün olduğu gibi devam ediyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana bürokrasinin siyasal açılımlara gösterdiği direnç, dış politika ve ekonomi alanında kat edilen gelişmelere rağmen, iç siyasal gündem itibarıyla Türkiye’nin halen 1990’ların gerisinde olduğunu gösteriyor.

Mevcut direnç neticesinde son iki yılı “sıfır toplamlı bir oyun” olarak tecrübe eden siyasal aktörler, yerel seçimlere hazırlanılan bugünlerde yeni açılımlarla siyasetin önünü açma çabası içindeler. Bu açılımların, siyasetin önünü kesmek üzere 1990’ların ortalarında açılan parantezi kapatmaya kadir olup olmayacağı, siyasal aktörlerin önümüzdeki dönemde göstereceği performansa bağlı olacaktır. Açılımlardaki temkinli ve tedirgin üsluba bakılırsa, Türkiye’nin 28 Şubat’ın tahrip edici bürokratik direncini ve içe kapanmacı siyasal akıl tutulmasını, nihayet geride bıraktığını söylemek için henüz erken. Ancak her halükarda umutlanmak için birkaç sebep var. Kürt meselesi, Alevilik, İslami hassasiyetler ve asker-sivil ilişkileri gibi Türkiye’nin kronik sorunları, toplumsal barışı zedeleyecek noktaya gelmiş durumda. Buna ek olarak Türkiye, büyüyen ekonomisi, dinamik genç nüfusu, zengin tarihsel hafızası ve stratejik jeopolitiğiyle uluslararası arenada elde ettiği muazzam fırsatları, çözmediği iç sorunları nedeniyle hakkıyla değerlendirememe riskiyle karşı karşıya. Umutlanmayı haklılaştıracak en önemli faktör ise bu açılımların, yıllardır gündemdeki sorunların çözümsüz kalmasının müsebbibi olarak gösterilen siyasi partiler tarafından dile getiriliyor olması. Alevi açılımının MHP, çarşaf açılımının CHP aracılığıyla gündeme taşınması, neredeyse işlevsiz bir aktöre dönüşen siyaset kurumunun nihayet toparlanma iradesi gösterdiğine dair ipuçları taşıyor. Görünen o ki, siyaset kurumu, siyasetsizlikle geçen bunca yılın ardından 28 Şubat’ın faturasını temize çekerek, ülke geleceğiyle ilgili olumlu bir rol üstlenme temayülü taşıyor. Gönül ister ki, bürokrasi de bu konularda siyaset kurumuyla hemfikir olsun.

 

 

  

 

Anlayış- Ocak 2009