SETA > Yorum |
Sivil-Asker İlişkilerinde Statükocu Değişim mi Demokratik Dönüşüm mü

Sivil-Asker İlişkilerinde Statükocu Değişim mi, Demokratik Dönüşüm mü?

Demokratik dönüşümden yana tavır alan "yeni demokratik blokun" sivil-asker ilişkilerini dönüştürmesi için mücadele stratejisinin iki eksen üzerine oturması gerekiyor.

15 Temmuz darbe girişimi Türkiye siyasi hayatı açısından bir dönüm noktasına işaret ediyor. Ortaya çıkardığı "tektonik kayma" Türkiye'nin yeniden inşası için bir fırsat sunuyor olsa da halihazırda bu yeniden inşanın sancılı olacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Darbe teşebbüsü geri püskürtülmesine rağmen arkasında çok boyutlu ve çok katmanlı meydan okumalar bıraktı.

Meydan okumaların en başında, Türkiye'nin kronik problemlerinden biri olan sivil-asker ilişkilerinde reformun nasıl yapılacağı yer alıyor.

AK Parti iktidarında sivil-asker ilişkilerindeki dengesizliğin giderilmesine yönelik birçok reform yapılsa da sivil-asker ilişkilerindeki var olan yapısal açıklar kapatılamadı. Şimdi bu açıklar bir bütün olarak kapatılmaya çalışılıyor. Ancak önümüzde çok temel bir soru var. Bölgesel ölçekte bütün aktörlerin stratejik önceliklerinin oldukça değişken olduğu, konvansiyonel güvenlik mimarisinin çöktüğü ve içeride PKK tehdidinden kaynaklanan çatışma dinamiklerinin çeşitlenmeye devam ettiği bir ortamda hem sivil-asker ilişkilerinin reformize (demokratik dönüşüm) edilmesini hem de bir bütün olarak TSK'nın yeniden organize edilmesini sağlayacak (doktriner ve organizasyonel) bir model nasıl hayata geçirilecek?

Daha da önemlisi şu anda alınan önlemlerin hayata geçirilmesi halinde karşılaşılacak muhtemel sorunlar Türkiye için daha tahrip edici sonuçlar doğurabilir mi?

TEŞHİS VE TEDAVİLER
Tıpkı tıbbi bir hastalığın teşhis, tedavi ve tedavi için kullanılan ilaçların yan etkilerinin kompakt bir biçimde ele alınmak zorunda oluşu gibi, sivil-asker ilişkilerinin reformunun da benzer bir tutarlılık içinde ele alınması gerekiyor.

Şu ana kadar alınan önlemleri şu şekilde özetlemek mümkündür:

- Sivil-asker ilişkilerinde mutlak sivil kontrolün sağlanması,

- Silahlı gücün tek bir elde toplanmasının engellenmesi için kuvvetlerin güç-dengesi mantığı bağlamında yeniden düzenlenmesi,

- TSK'nın personel yapısının çeşitlendirilerek tek bir grup veya ideolojinin kurum içinde güç temerküzü sağlamasının önüne geçilmesi,

- Ordunun stratejik görevinin "vatan savunması" misyonu ekseninde etkin bir şekilde güçlendirilmesi.

Bütün bu önlemlerin iki temel hedefi olduğu anlaşılıyor: Birincisi, ordunun veya ordu içinde ortaya çıkabilecek farklı grupların muhtemel darbe girişimlerinin önüne geçmek, ikincisi ise nihai düzeyde sivil-asker ilişkilerinde demokratik konsolidasyonu sağlayarak orduyu asli görevi olan etkin, verimli ve caydırıcı bir askeri kuvvete dönüştürmek. Bütün bunlar başlı başına oldukça zor olmasına rağmen iktidarın bir de bu değişime direnç gösterecek grupları ikna etmesi gerekecek. Türkiye şartlarında sanırım ikincisi birincisinden daha zor.

ORDUNUN 'ÖZNE'LİĞİNİ YİTİRMESİ
Nitekim söz konusu yeni düzenlemeler, sivil-asker ilişkilerinin dönüşümüne her zaman şüpheci yaklaşan cephenin yeniden mevzilenmesini geciktirmedi. Bu mevzinin temel amacı, ordunun görünüşte "siyaset üstü" konumunu sağlamlaştırmak için sivil otoritenin demokratik denetiminin mümkün olduğu kadar muğlak ve gevşek kalmasını sağlayacak bir tür "statükocu değişim" baskısı oluşturmak ve tedrici bir reformu hayata geçirecek muhalif bir blok oluşturmak. Bu blokun temel tezi, yıllardır demokratik dönüşüme direnen "güvenlik elitlerinin" -başta ordunun kendisi olmak üzere elbette- TSK'nın bir bütün olarak normal siyasetin içinde örtük bir şekilde mevzilenmiş özne statüsünün korunması. Hatta öyle ki bu tez, yıllardır "ordu-millet" ayrılmaz bütünlüğü söylemi ile dolaşıma sokularak sosyolojik olarak TSK'nın ayrıksı konumunu sağlamlaştırmak suretiyle kendine önemli bir mevzi kazanmıştı. Hatta bunun en çarpıcı örneklerinden biri "güçlü ordu, güçlü Türkiye" şeklinde yıllarca askeri karargahların duvarlarını süsleyen egemen söylem haline gelmişti.

Ne var ki 15 Temmuz kalkışması hem darbeler tarihi açısından bir kopuşa neden oldu hem de darbelerin orduya etkilerini bambaşka bir boyuta taşıdı. Geçmiş darbelerin hemen hemen hepsi kurumsal olarak orduyu daha güçlü bir "siyasi özne" olarak tarih sahnesine yeniden çıkarmıştı. Darbeler bu yüzden ordunun siyaset üzerindeki "rejimi koruma ve kollama" baskısı ile asli görevindeki sıklet merkezini sürekli elinde tutmayı başarmasına neden olmuştu. Ancak 15 Temmuz ilk defa darbe girişiminin başarısız olması nedeniyle orduyu söz konusu özne konumundaki yerinden etti.

YENİ DEMOKRATİK BLOK
Şimdi önümüzde, bu "yerinden edilmeyi" demokratik bir sivil-asker ilişkileri bağlamında kalıcı hale getirmek için önemli bir tarihsel fırsat var. Bu fırsatın "orduya dokunma!" söylemi ekseninde tedrici bir değişim planıyla hayata geçirilmesi sivil-asker ilişkilerinde bir ilerleme sağlanmasını geciktirmekten öte Türkiye'yi 2002 başlangıç noktasına yeniden götürebilir. FETÖ'nün bu darbenin ana aktörü olması, statükocu Kemalist-ulusalcı ana-damar tarafından bir fırsat olarak görüldüğü kesin. Ordunun siyaset içindeki çarpık konumunda taşıyıcı ideoloji olan korumacı Kemalist refleksin bu reformu baltalamasına bu nedenle izin vermemek gerekiyor. Daha da önemlisi bu blokun "ordu elden gidiyor" söylemini yeni bir imkan olarak görme ihtimallerini daha dikkatli okumak gerekebilir.

Demokratik dönüşümden yana tavır alan "yeni demokratik blokun" sivil-asker ilişkilerini dönüştürmesi için mücadele stratejisi ise bu nedenle iki eksen üzerine oturması gerekiyor. Birincisi, orduyu sadece darbe yapmayı engelleyecek bir tür anayasal düzenleme ile dizginlemek yerine kapsamlı entegre bir güvenlik sektörü reformu yol haritası oluşturmak, ikincisi ise bu reformun güç merkezine 15 Temmuz sonrası oluşan yeni toplumsal demokratik bloku yerleştirmek. Ancak böylesi bir anlayış ile sivil-asker ilişkilerinin dönüşümünü sancısız bir biçimde atlatabilir ya da muhtemel darbe ihtimallerini önleyebiliriz.

[Sabah Perspektif, 6 Ağustos 2016].