Merkez Bankası cuma günü attığı adımlarla bankalar üzerinden piyasalara verdiği likidite imkânlarını genişletti. Bu gibi para politikalarında amacın hasıl olması için bankaların reel sektörü fonlama iştahının olması gerekir. Kamu bankaları, tarihte eşine az rastlanır ekonomik zorlukların yaşandığı bu dönemde bütün imkânlarıyla şirketlere destek olmaya çalışıyorlar. Kamu bankalarınkine benzer fırsatları müşterilerine sunmaya gayret gösteren özel bankalar da var. Ancak, bazı özel bankaların kredi vermede gönülsüz davrandıkları veya sadece belli tip müşteri profiline yöneldiklerine dair özel sektörden eleştiriler yükseliyor. Bankacılık sektöründeki bu ayrışma yeni bir durum değil. 2018'deki kur şokundan bu yana yaşanan bir trend. Son iki yıldır yükün ağır kısmı kamu bankalarının üzerinde.
Grafikten görüleceği üzere, kur şokundan önce toplam kredilerin dağılımında kamu, yabancı ve yerli özel bankalar arasında dengeli bir dağılım vardı. Son iki yılda resim değişti. Kamu bankalarının toplam kredilerdeki ağırlığı kayda değer oranda arttı. Bazı yabancı ve yerli özel bankaların ise sorumluluktan kaçtıkları görülüyor. Şirketler iyi günde kendileri üzerinden tatlı kâr yapan bankaları değil kötü günde yanında olanları hatırlar. Bankacılık stratejik bir sektördür. Bazı bankaların bu gerçeği hatırlamaları gerekir. Bu yaşananlar bize bankacılık sektörünün Türkiye'nin finansman ihtiyacını karşılama noktasında hem büyüklük hem de vizyon anlamında küçük kaldığı gerçeğini bir kez daha gösterdi. Şirketlerin finansman olanaklarının artırılması ve doğru sektörlerin fonlanması için sermaye piyasalarını geliştirmeye ihtiyacımız var. Özellikle de ortaklığa dayalı finansman yöntemlerini. Bir de karz-ı hasen gibi kültürel kodlarımızda yer alan ama unutulmaya yüz tutmuş güzel uygulamaların bu gibi dönemlerde yeniden hatırlanması gerekiyor.
Küreselleşmenin en büyük başarılarından birisi dünyanın farklı köşelerindeki milyarlarca insanı birbirine bağlamasıdır. Ancak, küreselleşmenin bu başarısı koronavirüsün dünyayı tehdit eden bir salgına dönüşmesine neden oldu. Grafikten görüleceği üzere, bireylerin turist, öğrenci veya iş insanı olarak küreselleşmeye daha sıkı entegre oldukları ülkelerde koronavirüs vakaları daha fazla yaygınlaşıyor. Sürpriz bir sonuç değil. Ama küreselleşmeye yönelik belli kırılmalara neden olabilecek bir sonuç. Küreselleşme, 2008'deki krizden sonra uluslararası ticaret ve finans kanallarından ciddi yara almıştı. Ülkelerin kendi sektörlerini ve sermayelerini korumaya yönelik politikaları artmıştı. Küreselleşmenin ekonomik bacağının ciddi yaralar aldığı son on yılda küreselleşmenin sosyal bacağı daha fazla ön plana çıkmıştı. Uluslararası fuar, organizasyon ve kongrelerin yanı sıra uluslararası öğrenci programları ve yurtdışı tatiller sosyal küreselleşmenin yükselişini hızlandırdı. Virüsün neden olduğu psikolojik ve sosyolojik travma, küreselleşmenin sosyal bacağının da sekmesine neden olabilir. Örneğin, Dünya Turizm Örgütü virüs salgınının turizm sektörüne olumsuz etkilerinin 5 ila 7 yıla kadar sürebileceğini öngörüyor. Bu durum Türkiye gibi turizmin ekonomik pastadaki payının yüksek olduğu ülkeler açısından yüksek döviz kaybı demek. Küreselleşme tabi ki ortadan kalkmayacak. İletişim teknolojilerinin bu kadar gelişmiş olduğu bir çağda bu çok mümkün değil. Ancak ülkeler ve bireyler 'acaba gereğinden fazla mı küreselleşme dalgasına kapıldık?' sorusunu soracaklar. Küreselleşmenin bir süre gerileme tredine girmesi sürpriz olmayacak.
[Sabah, 19 Nisan 2020].