O uğursuz mahkeme salonundaki uğursuz kafeste kalp krizi geçiren Mısır’ın meşru Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin kalp krizi geçirmesinin ardından 20 dakika boyunca müdahale etmeyip ölmesini bekleyen uğursuzlar mı sadece şehit Mursi’nin katili? Yoksa onların iplerini ellerinde tutan kukla oynatıcılar mı? Ya 2013 yılında bunların Cumhurbaşkanı Mursi’yi darbeyle devirmek için kurdukları tuzağa katkıda bulunan Temerrüd Hareketi’nin Tahrir Meydanını dolduran milyonlarca mensubuna ne demeli?
Şimdi mutlu oldular mı?
Mısır halkının seçtiği cumhurbaşkanı altı yıl süren esaret ve işkencenin ardından bir kafeste hayatını kaybetti. O kafeste kaybedilenin sadece Şehit Mursi’nin hayatı değil, aynı zamanda Orta Doğu’nun en köklü devleti olan Mısır’ın yeniden özgürlüğüne kavuşma fırsatı olduğunu anlayabilecekler mi?Darbeci Sisi ile birlikte kendilerine sunulanın esaret olduğunu altı yıldır hâlâ fark edemediler mi? Fark etmiş olsalardı Cumhurbaşkanı Mursi’nin maruz kaldığı tecrit ve eziyete karşı çıkarlardı. Aksine onu devirmek isteyenlerin oyunlarına bilerek ya da bilmeden ortak oldukları için Allah da onları esaret ve ezilmişlikten kurtulma fırsatından mahrum etti. Suçlarının büyüklüğü bu mahrumiyetlerini fark etmelerine bile engel oluyor. Bu da “darbe görevlisi” Sisi ile birlikte tahkim edilen esaretin daha uzun süre devam edeceğini gösteriyor. Temerrüd destekçilerinin, kendilerini ve bütün Mısır’ı sürükledikleri bu esaret felaketinden kurtulmak için ihanet ettikleri Şehit Mursi ve bütün Rabia şehitleri ile helalleşmeleri gerekiyor.
Azmettiriciler kim?
Şehit Cumhurbaşkanı Mursi’nin katillerini ararken karşımıza çıkan diğer zanlılar ise darbenin azmettiricisi ülkeler. Yani, Sisi ve Mısır ordusunun sadece perdenin önündeki fail olduğunu herkes görüyor. Mursi ve diğer Rabia meydanı şehitlerine yönelik cinayetin azmettiricilerinin ABD, BAE, İsrail, Suudi Arabistan ve diğer bazı Batı ülkeleri olduğuna kuşku yok.Bu azmettiricilerin istedikleri şeyin Mısır’ın kendi halkı tarafından seçilen liderler tarafından yönetilmesini yani özgür olmasını engellemek olduğuna da kuşku yok. Zira Mısır kendi haline bırakılamayacak, kendi halkının istekleri doğrultusunda yönetilmeye müsaade edilemeyecek kadar önemli bir ülkedir onlar için. Arap dünyasının en büyük ülkesi, İslam dünyasının en önemli devletlerinden biridir. “Kıymetlileri” İsrail’in hemen yanı başındadır. Mısır’da uzun sürecek bir Müslüman Kardeşler idaresinin İsrail saldırganlığının akıbeti açısından doğurabileceği sonuçlar ortadadır. Kudüs ve Golan Tepeleri Amerikan Başkanı Trump tarafından altın tepsi ile Netanyahu’ya sunulurken Mursi yönetimindeki bir Mısır nasıl davranırdı acaba? “Görevli darbeci” Sisi ise misyonunun gereğini yaptı ve ABD’nin bu hukuksuz politikalarına ses çıkarmadı, hatta Batı Şeria’nın önemli bir kısmından Filistinlileri kovmayı öngören “Yüzyılın Anlaşması’na” destek veriyor.
“Yüzyılın Anlaşması’na” destek veren diğer Arap ülkeleri BAE ve Suudi Arabistan’ın İsrail’e sundukları bir başka hizmet de Mursi’ye karşı gerçekleştirilen darbenin finansal yükünü üstlenmeleriydi. Darbeci Sisi’nin ayakta kalması ve diktatörlüğü yeniden Mısır’da inşa etmesi için bütün para musluklarını açtılar. Müslüman Kardeşler hareketinin Mısır’ı ve halkını özgürleştirmesini istemiyorlardı. Zira özgürlüğün Arap dünyasında yayılması kendi halkları için de örnek oluşturabilirdi ki, bu en son isteyebilecekleri şeydi. Mısır halkının özgür olmasını istemedikleri gibi Mısır’ın özgür olmasını da istemiyorlardı. Zira özgür bir Mısır’ın, Orta Doğu’da ABD ve İsrail ile oluşturmaya çalıştıkları ittifakın yanında değil karşısında yer alacağını biliyorlardı. Çünkü Washington ve Tel Aviv’le kurmaya çalıştıkları ittifak Orta Doğu halklarının çıkarına olmayan uğursuz bir ittifaktı ve özgür Mısır halkı tarafından yönetilecek özgür Mısır böyle bir uğursuz yapının içinde yer almazdı.
İşte bu sebeplerden dolayı Riyad ve Abu Dabi yönetimleri Cumhurbaşkanı Mursi’ye karşı darbede azmettirici oldular, “Darbe görevlisi” Sisi’yi darbe sırasında olduğu gibi darbeden sonra da desteklediler. Bu destek Muhammed Mursi’nin mahkeme salonundaki kafeste şehit edilmesine kadar devam etti. Bu iki ülkenin Sisi darbesine verdikleri desteğin boyutu, darbeye karşı eleştirel bir politika izleyen Katar ve Türkiye’ye yönelik düşmanca politikalarından da anlaşılabilir.
ABD ve Avrupa’nın rolü
Cumhurbaşkanı Mursi’nin şehit edilmesinin diğer azmettiricileri olan ABD ve Avrupa ülkeleri açısından meselenin iki boyutu var. Darbe süreci ve sonrasında izledikleri politikaların bu ülkelerin çıkarları açısından nasıl değerlendirilmesi gerektiği ve bu politikaların söz konusu ülkelerin sürekli dile getirdikleri demokrasi, hukuk devleti ve insan hakları gibi değerler açısından ne anlam ifade ettiği.Açık bir şekilde görülüyor ki, ABD ve Avrupa ülkelerinin Mısır’a yönelik tavırları güç politikası üzerinden şekilleniyor. Çoğu zaman başka ülkelerin içişlerine müdahale için araçsallaştırdıkları demokrasi ve insan hakları gibi değerlerin ise Mısır’da seçilmiş Cumhurbaşkanı Mursi’nin devrilmesi sürecinde herhangi bir rolünün olmadığını ifade etmek gerekir. Darbe süreci ve sonrasında gerek demokrasi ve insan hakları, gerekse hukuk devleti ve uluslararası hukukun neredeyse bütün kuralları ihlal edilirken Washington ve Avrupa başkentlerinin çoğu bazen darbeyi teşvik mahiyetindeki açıklamalarıyla bazen de sessiz kalarak bu ihlallere destek verdiler.
Batılı ülkelerin bu güç politikası odaklı tavırları, bu ülkelerin genel politikalarını takip eden ve bilenler açısından şaşırtıcı değil. Zira kendi çıkarları ile demokrasi ve insan hakları gibi değerler arasında tercih yapmaları gerektiğinde, sorunlu çıkar algıları çerçevesinde her defasında kısa vadeli çıkarlarını tercih etmişlerdir. Burada “sorunlu çıkar algıları” ve “kısa vadeli çıkarlar” ifadelerinin kullanılmasının nedeni, aslında bu Batılı ülkeler kendi çıkarlarını doğru ve uzak görüşlü tanımlamış olsalardı, Mısır’da izledikleri politikanın orta ve uzun vadede kendilerine de çok ciddi zarar verecek sonuçları olacağını göreceklerini anlatmak içindir.
Mısır gibi, Doğu Akdeniz’de, nüfusu 100 milyona dayanmış bir ülkede halkın tercihlerinin bu şekilde baskılanmasının, seçilmiş bir cumhurbaşkanının uzun süre sağlık sorunlarıyla ilgilenmeyip hücrede tecrit edildikten sonra mahkeme salonunda bir kafeste geçirdiği kalp krizi sonrasında ölüme terk edilmesinin bu ülke halkının önemli bölümünde doğuracağı travmanın sonuçlarını tahmin edebilecek kadar uzak görüşlü olmadıkları görülüyor. Bu şekilde insanları radikalleştirip sonra da radikalizm ve onun bir aşama sonrası olan terörizmden şikayet etmeleri aslında dar görüşlülüktür.
Müslüman Kardeşler gibi, şiddetten uzak durmuş bir İslamcı hareketi bu şekilde baskılayarak DEAŞ ve El-Kaide benzeri terörist örgütlerin önünü açtıklarını fark edemeyecek kadar dar kafalı değillerse, böyle bir sonucu arzulayacak kadar kötü niyetli olmalılar.
Bu noktada şu gerçeğin de altını çizmek gerekir. Batı dünyasında da kendi yönetimlerinin Mısır ve benzeri ülkelerde uluslararası hukuk, demokrasi ve insan hakları gibi temel değerleri hiçe sayan bu patolojik algılarından kaynaklanan politikalarından rahatsızlık duyan kesimler var. Ancak maalesef bu sağduyulu kesimlerin sesi her geçen gün biraz daha kısılıyor ve ilkesiz siyaseti kendisine rehber edinenler daha fazla öne çıkıyor.
[AA, 21 Haziran 2019].