Türkiye'nin yeni kaderine 2 gün kaldı. Beklentiler, tek parti hükümetine işaret ederken, koalisyon soruları da yanıt aramaya doymadı. Bugün bu konuya, ekonomi penceresinden bakacağız. Ancak öncelikle belirtmem gerek: Ekonomimizin potansiyeli de, sorunları da malum. Ve bu bağlamda, beyannamelerde de birbirine benzer büyüme politikalarına rastlayabiliyoruz. İktidar ile muhalefetin temel ayrışmalarının ise, daha ziyade popülist vaatler bağlamında yaşandığını gözlemliyoruz.
Şimdi madem büyüme dinamikleri konusunda büyük çelişkiler yok; asıl farkı yaratacak olan, uygulama yapılacak zeminin ne kadar sağlam olacağı. Binayı, çizildiği gibi inşa edebilmenin ön koşulu bu... İşte bu nedenle, “merkez” konunun, projelerden ziyade, onların hayat bulmaya çalışacağı “temel” olduğu kanaatindeyim. Bu ise, derecesi yeniden şekillenecek olan güven ve istikrar temeli demek. O halde esas iş, tek parti v. koalisyon senaryolarının, bu zemini ne derece sağlayacağına bakmak. Özellikle 3 açıdan:
*Ülke yönetimine güven
*Alt kümesi olarak, ekonomi yönetimine güven
*Onun da alt kümesi olarak, makroekonomik istikrar
Geçişler var ancak bu şekilde ayrıştırıp birkaç senaryo üzerinden gidelim.
1- Beklediğimiz kuvvetle muhtemel senaryo, tek partili iktidarın devamı… Burada ise, Başkanlık mevzusu bir alt küme.
2- Düşük ihtimal olan koalisyonun kombinasyonu belirsiz ancak AK Parti önderliğinde kurulacaksa, en muhtemel ortak MHP diye farz edelim.
3- Yok eğer AK Parti koalisyonla yıpranmama kararı alırsa da, bir diğer ihtimal, diğer partilerin birlikteliği. Burada da dinamikler feci çakışacağı için, soru işaretleri var. Hiçbiri olmazsa da, ufukta yepyeni bir belirsiz süreç belirecek.
TEK PARTİLİ YÖNETİME GÜVEN
Ülkeye güven unsurunda gözde faktör, malum, sürdürülebilir ve uyumlu bir hükümet. Sunduğum seçeneklerde ise, baştan sona gidildikçe, bu ihtimal katlanarak azalıyor. Partilerden aldığımız izlenimler ve tarihimiz bize bunu söylüyor. Piyasaların söylemlerini de dikkate alırsak, bu faktörde tek partili bir hükümetin varlığı, ekonomi için en güvenilir seçenek olarak öne çıkıyor.
Tabii AK Parti'nin yeterli çoğunluk sağlaması durumunda ise, Başkanlık konusu belirecek. Burada ise, kafa karışıklığı var. Çıkış noktası iyi kötü anlaşılıyor fakat mekanizmayı tahayyül edememek tereddüde sebebiyet veriyor. Ancak bunun nedeni, ortada henüz bir model olmaması… Zira Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ifadesiyle, halkımızın tasvip ettiği bir Türk tipi başkanlık modeli geliştirilmesi planlanıyor. Bu ise, yavaş ve emin adımlarla hareket edileceğine dair eldeki en belirgin görünüm. O halde en evvel ihtiyacımız, netleştirici ifadelerle güven aşılanması.
ÇÖZÜM SÜRECİ KRİTİK
Bu arada, Başkanlık süreci için çoğunluk sağlanırsa, aynı zamanda HDP'nin barajı aşamadığı bir senaryo beliriyor. Bu ise, akıllara HDP'nin tehditkâr siyasetini getiriyor. HDP'nin demokrasi mücadelesinden anladığı bu iken meclise girememesi manidar olur ancak “itaatsizlikle” devam edip etmeme tercihi, çözümdeki samimiyet seviyesini gösterecektir. Çözüme hasret Kürt seçmene ise, işte bunu bugünden tahlil etme sorumluluğu düşüyor.
Zira Çözüm Süreci, ülkeye güvenin bir diğer kritik parçası olmayı, senaryolar dâhilinde sürdürecek. HDP'nin içeride veya dışarıda sergileyeceği müstakbel tavır soru işareti olsa da, tek partili bir hükümet, mimarının kendisi olduğu süreci ilerleterek huzuru sağlamlaştırmak için en güçlü seçenek. Zira 2 numaralı seçeneğimiz bu konuda çelişkiye maruzken, 3.'de de büyük sıkıntı var. Dolayısıyla, 1 numaradan aşağıya inince, Çözüm Süreci riske giriyor. Oysa süreç, gerek ülkedeki huzur ve güven, gerekse bölgesel kalkınma adına, ekonomi için olmazsa olmaz bir faktör.
İSTİKRARSIZLIKLA 25 YIL KAYBETTİK
Şimdi de, ekonomi yönetimine odaklanalım. Mazinin bize gösterdiği, tek parti dönemlerinin koalisyonlara göre gözle görülür üstün ekonomik performans sergilediği. Sadece istikrarsız 70'leri ve 90'ları alsak, Türkiye'ye ve ekonomisine çeyrek asır vakit kaybettirildiğini ayan beyan görürüz. Genel tablo, ekonomi yönetiminde uyumun esaslı bir unsur olduğuna işaret ederken, burada “demokrasi kültürü” gibi altı çizilmesi gereken de bir gerçek var. Dünden bugüne hangimiz, Türkiye'de bir koalisyon kabinesinin, bir tek parti kabinesine kıyaslanabilir bir uyumda ve verimlilikte “gönüllüce” çalışabileceğini iddia edebilir?
Bugün bir de şu var: Malumunuz, AK Parti'de 3 dönemcilerin yönetimde olmaması risk oluşturur mu diye ne zamandır tartışılıyor. İlgili kişilerin yanıtları ise, tecrübeli kurumsal kimlikle bu işin devam ettirileceği ve endişeye mahal olmadığı yönünde... Buna rağmen örneğin Babacan'sız bir AK Parti ekonomi yönetimi dahi aylardır sorgulanırken, koalisyon partilerinden oluşacak bilinmez ve heterojen bir ekibe dair endişe, mantıken katbekat yüksek olmalı. Eğer hassasiyet dile getirildiği gibi yüksekse, buradan da çıkan sonuç yine tek parti lehine olmalı. Tabii, tek parti hükümetinin buradan alacağı mesaj ise, kredibilitenin mümkün olduğunca artarak sağlanmasıdır.
VAATLER VE MAKRO İSTİKRAR
Türkiye ekonomisinin bugüne kadarki en önemli kazanımlarından biri, makroekonomik istikrar üzerinde yükselmiş olması. Bu anlamda, partilerin teknolojiden yatırımlara reform planları benzeyebilse de, ayrışan noktadaki uçuk muhalefet vaatlerinin, bu kurulu istikrarı bozma riski var. Birçok vaadin uçuk olarak tanımlanması da, işte bu makro dengeler açısından. Yoksa herkes popülist yaşayıp gidebilir. Ancak dengeler sarsılacaksa, bu ne kadar sürdürülebilir olur? Bu gerçeği iyi okumak gerek.
1 numaralı seçenekte kendini istikrarla özdeşleştirmiş bir yönetim, daha sağlam vaatlerle ilerlerken; 2. seçenek makro istikrarda direnerek MHP vaatlerini boşa çıkarabilir. 3. seçenek ise, dengeleri alt üst etmek için birebirdir.
Bu noktada, Türkiye ekonomisindeki 2001 ve öncesi birçok krizin en arkasında, “popülist döngülerin” sorumlu olduğunu hatırlatmam gerek. Oysa popülist döngüler, hesap verilebilirliğin gevşek olduğu zayıf demokrasilere özgü bir eğilimdir. Biz ise, eskiye değil yeniye, zayıfa değil güçlüye yönelmeye çalışıyoruz. Unutmayalım.
Ve olur da bu senaryolar yürümezse, yeni bir seçim, kararlılığı mı belirsizlikleri mi artırır, bilinmiyor. Ancak Türkiye'ye de, ekonomisine de vakit ve daha birçok şey kaybettireceği ortada. Bu nedenle, “doğru” kararı “şimdi” vermek kritik. On yıllar kaybettirilmiş bir ulus olarak, oyalanacak hiç vaktimiz yok.
İşte senaryoların muhtemel etkileri kabaca bu şekilde. Bu etkileri yaşayan oyuncular ise, bizler olacağız. Ancak seçimlerin bir güzelliği var ki, o da oyuncuların senaryoyu okuyup seçme şansı olması. En azından buna yeltenmesi...
Kendimiz ve birbirimiz için en doğru senaryoyu seçmek ve içine daha çok birlik, kardeşlik ve hakkaniyet katmak temennisiyle, Türkiye'mize hayırlı seçimler dilerim.
[Yeni Şafak, 5 Haziran 2015]