Son yazımda, 2002 sonrasında siyasal muhalefetin örgütlediği “önleyici seçim kampanyası”nın özelliklerini, son 12 yılda geçirdiği evreleri üç basamakta konu edinmiştim. Bugün ise “seçim kampanyası”nın gerçek anlamda bir “siyasal” karşılığı olup olmadığını ele almak ve AK Parti’nin seçim kampanyasının zorluklarından bahsetmek istiyorum.
Seçim kampanyaları, siyasal iletişim sürecinin hala en önemli alt başlıklarından biri. Her ne kadar son dönemde sosyal medyanın siyasal katılım süreç ve biçimlerine etkileri konusunda yapılan çalışmalar popüler bir hal alsa da, henüz seçim kampanyalarıyla ilgili olarak yapılan çalışmaların cesametine ulaşabilmiş değiller. Siyasal iletişim bağlamında vatandaş katılımı, uluslararası krizler, kamuoyu oluşumu, siyasal aktörlerin retorik kurma tarzları, medyadaki siyasi temsiller, gündem oluşturma, gazete, radyo ve televizyonun etkileri vb. konuların öne çıktığını görüyoruz.
Biz sorumuza dönelim. Siyasal iletişim araştırmalarının, siyasal partilerin ve iletişim şirketlerinin döne döne üzerinde durduğu “seçim kampanyaları”nın gerçek anlamda bir siyasal karşılığı var mı?
Bu soruyu anlamlı kılan başlıca husus, küresel ve ulusal düzlemlerde yaşadığımız toplumsal ve kültürel dönüşümler. Bu süreçte hiç kuşkusuz siyasetin de, siyasal olanın da anlamı değişti. Analog kültürden dijital kültüre doğru yaşanan dönüşüm bütün dünyada farklı şekillerde deneyimleniyor. Bunların yanında Türkiye’de yaşanan önemli dönüşümler var. Her şeyden önce karşımızda anormallikler üzerinden yürüyen bir siyasal atmosferden çok, normalleşen, görünmez kimliklerin görünür hale geldiği yeni bir siyasi ortam var. Bu süreçte, muhalefet her ne kadar içeriğini farklı şekillerde yenilemeye çalışsa da, alışageldiği geleneksel “önleyici seçim stratejisi” yöntemini kullanmaya devam ediyor. Peki ya AK Parti, yeni dönemde nasıl bir seçim kampanyası örgütleyecek?
Hiç kuşkusuz, seçim kampanyaları hangi formatta olursa olsun muhatabını iknaya ve onda siyasal davranış değişiklikleri yaratmaya dönük bir motivasyonla yürütülmek durumdandır. Seçim kampanyaları, geleneksel olarak güven tesis etmeye dayanır. Kitlenin siyasal aktöre güvenmesini temin etmeye çalışır. Onun, en doğru temsil kanalı olduğuna, ikame edilemeyeceğine yönelik bir algı oluşturulmaya çalışılır.
Siyasal iletişim literatürüne dönüp baktığımızda, başarılı seçim kampanyalarının en önemli özelliklerinden birinin “pozitif gündem oluşturmak” olduğunu görebiliriz. Bu yönüyle seçim kampanyaları modern reklamcılık refleksiyle hareket ederler. Tüketicinin (yahut mesajın alımlayıcısının) zihninde yeni ihtiyaçlar listesi oluşturup o ihtiyaçları gidermek için çözüm önerileri sunarlar.
Bir anlamda, seçim kampanyası üzerinden kendisini anlatan aktör, siyasal alanda yeni “sorun alanları” keşfedip, onlara yönelik “çözüm önerileri” ortaya koymaya çalışır. O çözüm önerisi üzerinden kendisini anlatır. En azından etkin seçim kampanyaları için bunu söyleyebiliriz.
AK Parti’nin 2002 seçimlerinden bugüne girdiği bütün seçimlerde, yeni “sorun alanlar”ına ad koyup, onları görünür kılıp, onlara “çözüm önerileri” sunduğunu, pozitif bir gündemle bir iletişim kampanyası örgütlediğini söyleyebiliriz. Fakat AK Parti, bütün bunları yürütürken karizmatik lider eksenli bir seçim kampanyası örgütledi. İkinci husus, toplumda dönüşümün henüz tamamlanmadığı, siyasal alanda olağanüstü halin ve mücadelenin sürdüğü yönünde geniş bir algı söz konusuydu. Bu durum AK Parti’ye destek verenler açısından ciddi bir motivasyon oluşturuyordu.
Yeni dönemde AK Parti’nin seçim kampanyalarını yürütenlerin elinde “Erdoğan imgesi” yok. AK Parti’nin seçim kampanyasını yürütenler, geçmiştekinden farklı bir dil ve üslup üretmek, mikro alanlara ilişkin daha detaylı proje ve vaatler etrafında bir iletişim kampanyası örgütlemek durumunda. AK Parti’nin yürüttüğü seçim kampanyası, Davutoğlu’nu olduğu biçimiyle, bütünsel bir çerçeve içinde seçmene tanıtmak durumunda. Seçmenin önüne konan “Davutoğlu imgesi” mutlaka gerçekçi olmalı, ancak bu imgenin oluşum sürecindeki tek kaynak Davutoğlu’nun öz-anlatımı olmamalı. Bütün bunlarla birlikte, AK Parti’nin seçim kampanyasını yürütenler toplumsal alanda giderek analog kültürün dışına çıkıp, dijital kültüre eklemlenen bir kesimin olduğunu da göz önünde bulundurmak zorunda.
Daha söylenecek çok şey var elbette ama şimdilik bu bahsi burada kapatalım.
[Akşam, 23 Kasım 2014]