Seçim kampanyalarında, iktidar olması muhtemel partiler, vaat siyasetinin ve popülist söylemlerin ötesinde rasyonel ve uygulanabilir sözler vermek zorundadır. Çünkü iktidara gelmeden verdiği sözleri yerine getirmezse “tutarlılık sorunu” yaşar ve bir sonraki seçimde seçmen tarafından cezalandırılır.
İktidar alternatifi olmayan muhalefet partileri ise genellikle “hayal siyaseti”ni pazarlayarak, popülist vaat üzerinden farklı seçmen bloklarına yaklaşmaya çalışırlar. Çünkü iktidara gelmeyeceği için seçimden sonra, verdiği sözlerin sorumluluğundan kaçmak için bahane üreteceği yeterli alan vardır. Yani “iktidar olsaydım gerçekleştirecektim” diyebilir.
Böyle bir lüksü olduğu için mümkün olduğu kadar gücünü konsolide etmek ve iktidar olacak partinin oylarını daha aşağıya çekebilmek için popülist söylemlerle “kararsız seçmenleri” etkilemeye çalışır.
Somutlaştırırsak, özellikle 2002 seçimleri sonrası CHP’nin seçim ve referandum kampanyalarına bakıldığında, her seçimde yeni bir taktik denediği görülür. Bir anlamda “arayış siyaseti”ni temel alan kampanya şeklidir bu. Her seçim döneminde bir önceki söylemi ile çelişen farklı politikalar izlediği için de seçmen açısından “tutarlılık sorunu” yaşamaktadır.
Her ne kadar CHP’nin kemikleşmiş seçmen bloku için bu tip “tutarlılık” meselesi farklı partiye yönelmelerini gerektirecek bir sorun oluşturmasa da, partiye gelebilecek yeni kitlesel seçmen grupları için önemli bir bariyerdir. CHP’nin her seçim döneminde farklı bir siyaset tarzı izlemesine rağmen, bir türlü oylarını artıramamasının bu anlamda en önemli nedenlerinden biri “tutarlılık” sorunudur. Ayrıca böyle bir siyaset tarzı, CHP’nin uzun dönemli olarak çerçevelendirilmiş, sahici ve ikna edici somut bir politika önerisi geliştirmesini de engellemektedir.
Somut politik öneri getirmeden sadece iktidarın izlediği siyaseti eleştirmek, rasyonel seçmen grupları açısından çok da bir anlam ifade etmemektedir.
Türkiye’de, özellikle son 15 yıllık dönemde orta sınıfın gittikçe ekonomik açıdan güçlenmesiyle birlikte, rasyonel, somut ve pozitif gündemli siyaset üretmek bir zorunluluk hâlini almıştır.
CHP’nin bir önceki hafta, referandum kampanyasında yararlanmak için Şili’den getirdiği siyasal reklam uzmanı Francisco Ferrada’nın “hayır’ oyu verdikten sonra olacaklarla bir gelecek inşa etmek lazım, ben bir haftadır buradayım, 'hayır' oyunun ne önerdiğini anlamış değilim” tespiti tam da bu söylediğim hususlarla ilgilidir.
CHP gelinen noktada tutarlılık meselesini o kadar göz ardı etti ki, bir seçim döneminde bile her hafta farklı bir yaklaşım sergiliyor.
Örneğin, siyasal sistemin dönüşümüne yönelik anayasa değişiklik teklifi Meclis’e geldiğinde, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “başkanlık sistemini kan dökmeden bu ülkede gerçekleştiremezsiniz” söylemi ile “sert” ve “kutuplaştırıcı” bir yöntemle meseleye yaklaştı. Ardından, milliyetçi seçmenlere yönelik “bölünme” meselesini gündeme getirdi. Hatta “Abdullah Öcalan da başkanlık sistemini istiyor” diyerek bu argümanına gerekçe taşımaya çalıştı.
Daha sonra Kemalist tabana yönelik, “rejimin geleceği” tartışması başlattı. Bu tip kampanya dilinin bir işe yaramadığını fark edince, “tek adamlık” ve “otoriterlik” ekseninde Erdoğan üzerinden anayasa değişiklik teklifini şahsileştirdi.
Son birkaç hafta ise, AK Parti kararsızlarını etkilemek için, Erdoğan ve AK Parti’ye toz kondurmayan bir içerikle, referandumdan “hayır” oyu bile çıksa, 16 Nisan sonrasında Türkiye’nin güllük gülistanlık olacağını söyledi. Hatta, söylemini o kadar yumuşattı ki, 16 Nisan’da “hayır” oyu çıkarsa muhalefet bile yapmayacağını ima eden sözler sarf etti.
Buradan da fazla bir etki oluşturamadığını görünce, anayasa değişiklik paketinin içeriğine yönelik konuşmayı denedi. Ama en büyük sorun da işte burada ortaya çıktı. Cumhurbaşkanlığı sisteminde hâlâ başbakanın görev yapacağını zannettiğinden, yeni dönemde çift başlılık sorununun devam edeceğini söyledi.
Bu yolculuğun ardından, son günlerde CHP’ye yakın “akıl hocaları”, bir türlü kampanya dilini oluşturamaması ve tutarlılık sorunlarını aşamaması nedeniyle, CHP’nin hiç kampanya yapmamasını önermekteler. Bu yöntemin daha çok işe yarayacağını varsaymaktalar.
Bu bir yöntem olsa da, “siyasal çaresizliğin”, “tutarlılık” sorunundan daha evla olduğunu görmeleri bu anlamda ileri bir noktayı ifade ediyor.
[Türkiye, 11 Mart 2017].