Referandum sürecinin ve sonucunun, Türkiye’nin siyasal gündemine yerleştirdiği yeni siyasal değerin ‘vesayet-demokrasi’ mücadelesi olduğu açıktır.
Referandumun siyasal sonuçları üzerindeki tartışmalar sürüyor. Kamuoyu, daha uzun süre bu konuyu değerlendirmeye devam edecek gibi görünüyor. Ancak, bu referandum sonuçlarıyla ilgili gözden kaçırılmaması gereken en önemli noktalardan biri, siyasal hayata ilişkin 1990’lardan beri, belli belirsiz gözlemlenen dönüşümün kristalleşmesidir. Referandumdaki EVET-HAYIR oranları ve blokların bileşenleri, siyasetin geleneksel kodlarında görülen değişimi açıkça ortaya koymaktadır. Değişimin belirmeye başladığı 1990’ların ortalarından bu yana yapılan seçimlerde, seçmenler partilerine desteklerini oylamak durumunda kaldığından, bu dönüşümün siyasal partileri aşan derin sosyolojik boyutlarını analiz etmek mümkün olmuyordu. Parti pozisyonlarının seçmenden gördüğü teveccühün yönelimi, değişimin varlığını ortaya koysa da, içeriğini ve şiddetini ayrıntılı bir değerlendirmeye imkân tanımıyordu. Referandumun, birçok seçmen için gönül verdikleri siyasal partilerin pozisyonlarını reddeden bir eğilimle gerçekleşmesi, bu dönüşümü analiz etmek için daha elverişli bir veri sunmaktadır.
Mevcut siyasetin ekseni kaydı Referandum sonuçları, cari siyasetin ağırlık merkezini “vesayet-demokrasi” ekseni olarak tescillemiştir. Bu eksen, referandum sürecinde, daha önce öngörülemeyen birçok ittifak ve ayrışmaya yol açmış, eski siyasal eğilimlere anlam veren etnik, mezhepsel, ideolojik ve siyasal ikilikleri geriletmiştir. Eski siyasal değerlerden varlığını koruyabildiği düşünülen milliyetçilik, bu siyasal değişim ihmal edilerek, bir siyasal dinamik olarak referandum sürecine sokulmuş, ancak varlık gösterememiştir. Dolayısıyla, referandum kampanyasının bağlamından koparılarak iktidara yönelik bir güven oylamasına dönüştürülme hamlesinin amacına ulaşmadığı ve referandum sürecindeki karşıt cephelerin, anayasa paketinin öngördüğü eksende, vesayet-demokrasi ekseninde, konum aldıkları söylenebilir.
Referandum’da EVET ve HAYIR cephelerine öncülük eden AK Parti ve CHP siyasetteki eksen değişikliğini dikkate alarak hareket etmişlerdir. AK Parti, kampanya söylemini, demokrasi-darbe dinamiğine oturtmuş, darbe ile hesaplaşmayı ve yeni anayasa yapımını gündemde tutmuş ve nihayetinde, geleneksel siyasal kamplaşmaları ve aidiyet formlarını aşan bir destek bulmuştur. CHP, referandum tutumuna anlam veren esas dinamik, vesayet-demokrasi karşıtlığı olmasına rağmen, AK Parti ve Erdoğan karşıtlığını ön plana çıkaran bir kampanya yürütmüş ve beklediği toplumsal koalisyonu oluşturamamıştır.
MHP ve BDP, Türkiye siyasetindeki ana eksenin vesayet-demokrasi eksenine kaydığını hesaba katmadan kendi cari gündemlerini ön planda tutarak hareket etmiş ve umdukları siyasi sonucu alamamışlardır. Tek başına anlamlı olan siyasal değerlerin başka bir siyasal değerle rekabete sokulduğunda maruz kaldığı dayanıklılık testi çerçevesinde referandum sonucu değerlendirildiğinde, milliyetçiliğin vesayet-demokrasi ekseni karşısında varlık gösteremediği ortaya çıkmıştır. MHP ve BDP’nin referandum sürecindeki siyasal davranışlarının analizi, genel ve yerel seçimlerde etkili bir dinamik olarak işlev gören milliyetçiliğin, daha kapsayıcı bir siyasal dinamikle karşılaştığında, önemli oranda güç kaybettiğini, silikleştiğini göstermektedir.
MHP, MHP’ye karşı! MHP yönetimi, bu dinamikleri doğru okuyamadığı için referandum sonuçlarından olumsuz yönde en çok etkilenen parti olmuştur. HAYIR kampanyasını, milliyetçilik bağlamında demokratik açılım projesini mahkum etmeye dayandıran MHP, milliyetçiliğin geleneksel adresinden destek bulamamıştır. Orta Anadolu seçmeninin milliyetçilik propagandasına ve ayrışma tehdidine rağmen, vesayet-demokrasi gerilimini daha önemli bularak, EVET yönünde tercihte bulunması, demokrasi vaadinin bölünme korkusundan daha etkili bir siyasal enstrüman olduğunu ortaya koymaktadır.
MHP, 1990’ların ortalarından itibaren Orta Anadolu’nun muhafazakâr ve Güney-Batı sahil şeridinin seküler eğilimli tabanını, milliyetçilik ortak duygusu etrafında bir arada tutabilmektedir. Bu iki tabanın MHP’nin politikalarına destek sunması, milliyetçiliğin diğer siyasal dinamiklerden daha güçlü olmasına bağlıdır. Referandum, vesayet-demokrasi eksenini milliyetçilikten daha güçlü bir siyasal dinamiğe dönüştürünce, bu iki tabanın tercihleri ayrışmıştır. MHP, anayasa paketini milliyetçilik parantezine mahkûm etmek için gösterdiği bütün çabaya rağmen, vesayet-demokrasi dinamiğini ortadan kaldıramamış ve tabanını aynı potada buluşturamamıştır.
Bu çerçevede, MHP’nin bugün yaşadığı zorluk, referandumda HAYIR cephesinde yer almış olmasıyla sınırlı değildir. Çünkü MHP’nin HAYIR cephesinde yer alması nedeniyle, ülkücü camia ile yaşadığı tartışmanın benzeri, EVET cephesinde yer alması durumunda ulusalcı kesimle ilgili olarak ortaya çıkacaktı. MHP’nin yaşadığı sıkıntı, milliyetçiliğin daha güçlü bir siyasal dinamik karşısındaki erozyonuyla ilişkilidir. MHP’nin, Orta Anadolu seçmenini referandum oylamasında AK Parti’ye kaptırmasıyla yaşadığı sıkıntının bir benzerini, önümüzdeki dönemde, CHP’nin daha güçlü bir siyasal dinamiği harekete geçirmesi halinde, sahil şeridinde yaşamakla yüz yüze kalması muhtemeldir.
BDP siyaseti taktiğe feda etti Referandumda siyasal davranışı anlamlandıran en önemli dinamiğin vesayet-demokrasi ekseni olduğunu görmezden gelerek, referandum stratejisini yapılandıran bir diğer parti BDP’dir. BDP, Kürtler nezdindeki siyasal aktörlük kapasitesini göstermek ve Kürt sorununun varlığını tescillemek gerekçeleriyle, referandum sürecinde ortaya çıkan siyasal gündemi reddetme stratejisini benimsemiştir. BDP, BOYKOT kararıyla, Kürtlerin siyasal davranışını yönlendirebilen etkili bir siyasal aktör olduğunu ve Kürtlerin önceliğinin Kürt sorununa çözüm bulma arayışı olduğunu göstermeyi amaçlamıştır.
Referandum sonuçları, BDP’nin beklediğinin altında bir oranla da olsa, bu amacına ulaştığını göstermektedir. Ancak BDP, referandum stratejisiyle ulaşmayı öngördüğü bu siyasal hedeflere, kurulduğu günden beri katıldığı bütün seçimlerde büyük oranda zaten ulaşmaktadır. Muhtemelen önümüzdeki seçimlerde de aynı hedefe ulaşacaktır. Dolayısıyla, referandum stratejisiyle BDP, yeni bir siyasal kazanım elde edememiş, sadece daha önceki kazanımlarını tescil etmiştir.
Bu kazanımına karşın BDP, BOYKOT kararı dolayısıyla birçok sıkıntıyla da karşı karşıya kalmıştır. BDP, potansiyel tabanını hedefleri doğrultusunda kanalize edememiş, kendi sadık seçmenini –az bir fire oranıyla- korumakla yetinmiştir. BOYKOT oranının hesaplanmasına dair ileri sürülen bir çok uçuk argüman bir tarafa bırakıldığında, BDP’nin kendi sadık seçmeninin dışında bir mobilizasyon yaratamadığı açıktır. Oysa BOYKOT durumunda siyasal aktörlerin seçmen üzerindeki etkileri, seçmenlerin sandığa gidebildikleri bir seçeneğe oranla çok daha fazla olduğundan, BDP’nin daha yüksek bir oranla destek bulması beklenirdi. Bu nedenle, referandumda normal seçimlerdeki oy oranıyla yetinmek durumunda kalması, BDP’nin siyasal kapasitesi hakkında soru işareti uyandırmış durumdadır.
Yeni şeyler söylemek lazım Sonuç olarak, referandum sürecinin ve sonucunun, Türkiye’nin siyasal gündemine yerleştirdiği yeni siyasal değerin ‘vesayet-demokrasi’ mücadelesi olduğu açıktır. Aslında çok partili siyasal hayata geçildiğinden bugüne varlığını koruyan bu dinamik, ilk defa etkili bir siyasal aktör ve proje ile ete kemiğe bürünmüş ve paketin onaylanmasıyla vesayet, demokrasi karşısında mevzi kaybetmiştir. Siyasetin bundan sonraki gündemi, bu ekseni doğal sürecinde yürüterek, siyasal sistemi, vesayetçi unsurlardan temizlemektir. Bu ekseni hesaba katmayan, bu dinamiği görmezden gelerek eski ezberlerini sürdüren siyasal hareketlerin ve aktörlerin bu rüzgâra karşı yelken açması imkânsızdır. MHP ve BDP’nin referandum sürecinde maruz kaldıkları iç tartışma ve elde ettikleri referandum sonucu, bunun en açık göstergesidir.