SETA > Yorum |
Radikal Sokak Siyaseti ve Merkez Partiler

Radikal Sokak Siyaseti ve Merkez Partiler

Kılıçdaroğlu, yeni kurulan partilerin de içinde olduğu, muhalefetin ittifak potansiyelini feda etmek istemiyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, iki HDP ve bir CHP’linin milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından, “yeni bir adalet yürüyüşü başlatacak mısınız” sorusuna şu cevabı verdi:

Bugün koşullar farklı. Bu koşullarda böyle bir yürüyüşü yanlış buluyorum. CHP’nin de diğer muhalefet partilerinin de çok dikkatli olmaları lazım. Gerginlik oluşturacak, provokasyonlara açık eylemlerden uzak durmalıyız. Çünkü Erdoğan’ın istediği zaten bu. Muhalefeti provokasyonlara açık şekilde sokağa dökmek ve bu gerginlik üzerinden politika yapmak. Bu tuzağa düşmemeliyiz, Erdoğan’ın oyununu bozmalıyız.”

CHP’li siyasetçiler, HDP’nin Edirne ve Hakkâri’den Ankara’ya yürüme önerisine de söylem düzeyinde açıktan destek vermediler.

Önce şunu tespit edelim. Kılıçdaroğlu’nun yeni bir yürüyüşe olumsuz bakmasının, iktidarın politikaları ya da “Erdoğan’ın tuzağına düşmekle” hiçbir ilgisi yok.

Eğer muhalefet ve CHP yönetimi bu yürüyüşten ya da sokağa çıkmaktan kendileri açısından bir fayda görseler, gerginlikmiş, provokasyonmuş, Türkiye’nin istikrarsızlığıymış hiç umurlarında olmaz.

Gerçekten gerginliğin, provokasyonların, sokakları ateşe vermenin, caddeleri yakıp yıkmanın kötü bir protesto tarzı olduğunu düşünseler, daha bir hafta önce yıl dönümü kutlanan Gezi Parkı şiddet eylemlerine övgüler yağdırmazlardı. Her yıl, söz konusu eylemleri hatırlatmaya dönük çeşitli anma programları düzenlemezlerdi.

CHP, AK Parti iktidarından kurtulmak için; Cumhuriyet Mitingleri ile sokakta iktidarı devirmeyi deneyen, benzer bir süreci Gezi ile devam ettiren, 15 Temmuz sonrasında “kontrollü darbe” söylemini meşru gören ve terör ile arasına mesafe koymayan HDP ile güç birliği yapabilen bir parti.

Yanlış anlaşılmasın. Türkiye’nin ikinci partisi olan CHP’nin şiddet içeren sokak siyasetine prim vermemesi çok olumlu bir yaklaşımdır. Parti içindeki radikal siyaseti savunan çevrelerin dümen suyuna gidilmemesi hem siyasetin hem de Türkiye’nin geleceği açısından çok değerlidir. Bu tavır önemsenmelidir.

Ancak mesele göründüğü gibi değildir. Kılıçdaroğlu’nun “bu şartlarda yürüyüşü yanlış bulması” Türkiye’nin geleceğinden daha çok Millet İttifakı’nın ve kendi partisinin selameti içindir. Aslında önemsenen “Türkiye’nin şartları” değil, “siyasetin ve yeni siyasi alanın şartları”dır.

Şöyle ki; Batı demokrasilerinde son 20 yıllık dönemde, siyasetin merkezinde yer alan büyük siyasi partiler radikal siyasi hareketlerin dümen suyuna gittikleri için küçüldüler. Merkez siyasetten giden oylar, küçük radikal partileri güçlendirdi. Dolayısıyla; sokak hareketleri ve “işgal et” eylemlerinin büyük siyasi partilere bir yararı olmadığı görüldü.

Türkiye’de ise, AK Parti siyasetin merkezini sürekli tahkim etti. Gezi Parkı şiddet eylemleri ve darbe girişimleri gibi süreçlerde dik durdu. Dolayısıyla da istikrarsızlığa ve radikal sokak hareketlerine prim vermediği için seçimleri kazanmaya devam etti. Toplumsal desteği, bu kriz dönemlerinin hepsinde yükseldi.

Dolayısıyla CHP ve yönetimi şunun farkında: Türkiye toplumunun geniş kesimleri, sokak eylemelerini ve istikrarsızlık oluşturucu girişimleri tasvip etmiyor. Bunu yaşayarak ve deneyimleyerek gördü.

Gezi eylemlerinde hükûmetin artık sonunun geldiği, ilk seçimde AK Parti’nin iktidarı kaybedeceği gibi iddialar havada uçuşuyordu. Bu iddiaların öncülüğünü CHP yapıyordu.

Bugün durduğu yer açısından Gezi Parkı ve benzeri eylemleri sahiplense de bu tip radikal sokak siyasetinin kendilerine oy getirmediğini çok iyi biliyorlar. Daha önceki Ankara’dan İstanbul’a yapılan yürüyüşü de, CHP’nin bugün içinde yer aldığı ittifak tabanının önemli bir kısmı tasvip etmez.

Sonuç olarak Kılıçdaroğlu, yeni kurulan partilerin de içinde olduğu, muhalefetin ittifak potansiyelini feda etmek istemiyor. Yürüyüşü yapsa da yapmasa da kendi tabanının zaten oy vereceğini düşünüyor. Yerel seçimlerde yakaladıklarını düşündükleri siyasi ivmenin, radikal bir hareketle bir anda dağılacağının farkındalar.

Toplumun yüzde ellisinin olurunu alarak seçim kazanmak çok zor. Ama görüldüğü gibi bu sistem Türkiye’nin selameti açısından da çok faydalı...

[Türkiye, 11 Haziran 2020].