Türkiye normalleşmesini hitama erdirmeye çalışan bir ülke. Bunun en basit anlamı hem devlet, hem de toplum düzeyinde yaşanması elzem olan bir normalleşme sürecidir. Bugün siyaset -yapımı- dediğimiz şey uzun yıllar sonra sahneye sahici bir şekilde çıkma imkânı bulmuş bir araç olarak bu süreçlerin yönetilmesinden ibarettir. Özellikle son on yıl, mezkûr aracın, sahici ve hak ettiği rolüne sahip çıkma kavgası olarak tarihe geçti. Bu kavgada kazanımlar elde edildikçe devletin konsolidasyonunda ilerleme kaydedildi. Devlet konsolide oldukça toplum ve tezahürleriyle kurduğu ünsiyet de normalleşmeye başladı. Bütün bu süreçler yaşanırken anomali haline gelmiş birçok olumluolumsuz unsur önce anlamsızlaşmaya, ardından da varoluşsal sorunlar yaşamaya başladı. Bu unsurların kahir ekseriyeti ağır vesayet rejimi uygulamalarından kaynaklanan sorunlara veya boşluklara bir tepki olarak doğan hareketlerdi.
Derin bir konsolidasyon krizi yaşayan devletin dinle, vatandaşlarının diliyle, farklı ekonomik sektörlerle, hatta kurumlarıyla ürettiği sorunlar kayıt dışı ya da sivil örgütlenmenin de ironik bir şekilde altyapısını hazırladı. İlkel Batıcı pozitivist dünyanın ezberleri üzerinden dinle kavgaya tutuşan devlet, 'İslamcı veya olmayan' farklı yapıların varoluşsal bir mücadele içinde örgütlenmesine yol açtı. Bunu da bir anlamda kendi eliyle ve 'halkın diniyle barışık' bir ülkeyle mukayese edilmeyecek ölçüde gerçekleştirmiş oldu. Devletin normalleşme sürecine samimi bir şekilde ikna olan yapılar ve en ağır toplumsal sorunların yıllar sonra çözülmesine şahitlik eden kesimler ya tabii bir şekilde kurumlarını dönüştürdüler ya da varoluşsal krizler yaşamaya başladılar. Başka bir deyişle, Kemalizm'den kaynaklanan sorun alanlarında var olan yapıların post-Kemalizm sürecinde eski-Türkiye dünyasında var olmaya devam etmeleri doğal olarak krizler üretti.
Türkiye'de yaşanan dönüşüme intibak sürecini en sağlıklı yaşayan yapıların başında AK Parti fenomeni gelmektedir. Evet, AK Parti bu zaviyeden bakıldığında hem erken dönemde dönüşüm kararını alan bir dinamik, hem de bizzat bu dönüşümün hayata geçmesindeki başat aktör olmuştur. AK Parti eliyle devlet ve toplum nezdinde tedrici konsolidasyon süreci hayata geçebilmiştir. Adına normalleşme dediğimiz bu süreç, Kürt sorunundan din-devlet ilişkilerine, sivil-asker sorunlarından ekonomik hayatın düzenlenmesine kadar pek çok alana yansımaya başladı. Sıradan Kürdün Kürt olmaktan kaynaklanan sorunları neredeyse tamamen ortadan kalkınca Kürt sorununun var ettiği yapılar; bir Müslümanın dinini, hayatın her alanında yaşama hakkı büyük ölçüde sağlanınca din-devlet ilişkilerindeki sorunların var ettiği yapılar; devlet-sermaye ilişkilerinde aktör çeşitlenmesi yaşandıkça eski-Türkiye'nin sermaye odakları yeni Türkiye'de sorun yaşamaktalar. Bu krizi adaptasyon sorunu şeklinde ele alabilen yapılar kendi dönüşüm sürecini başlatabilirken; tabii bir sorunu varoluşsal bir krize çeviren odakların bizzat kendilerini bir soruna dönüştürme riskleri yüksektir.
KONSOLİDASYON SÜRECİ
Gülen Cemaati de Türkiye'nin normalleşme sürecinde yukarıdaki sancıları yaşamaktan beri olmayan, hatta en yoğun şekilde yaşamak durumunda olan bir cemaattir. Burada altı çizilmesi gereken husus, devletin konsolidasyon sürecinden aynı anda AK Parti'nin, askerin, PKK'nın, siyasi partilerin, farklı cemaatlerin farklı düzeylerde etkilenmesinin kaçınılmaz olduğudur. Bu tabii sosyolojik ve siyasi gerçeklikle kavga etmenin tek sonucu yel değirmeniyle mücadele etmekten ibarettir. Burada anlaşılması gereken husus, meselenin farklı unsurların ne yaptığından yani pozitif kabul edilen işler yapıyor olup olmamasından bağımsız olduğudur. Şu açık bir gerçek olarak anlaşılmalıdır: Değişen Türkiye'de hiçbir yapı sorun yaşamayı göze almadan 20 yıl önce ne yapıyorsa aynısını yapmaya devam edemez. Gülen Cemaatinin neredeyse onlarca farklı sektöre uzanan yaygın yapısıyla devletle muhatap oluşu göz önüne alınırsa, onun herhangi bir cemaat veya yapıdan farklı bir yere oturacağına şaşırmamak lazım. Dış ticaret ağından kolejlere, yurt içi-dışı lobi grubundan meslek derneklerine, medyadan sendikaya, üniversitelerden küresel eğitim faaliyetlerine, siyasi aktivizmden bürokratik vesayet mekanizmalarına kadar uzanan bir yapının herkesten daha fazla ihtimam göstererek yeni Türkiye içinde 'ne olacağına' ve 'nereye oturması' gerektiğine karar vermiş olması beklenir.
Sadece bazılarını sıraladığımız yukarıdaki faaliyet başlıklarının ekseriyeti, eski Türkiye'de konsolide olmamış devlet yüzünden 'telafi edici bir güce'; yeni Türkiye'de ise en hafif ifade ile 'tartışmalı bir güce' tekabül edecektir. Devlet konsolidasyonu sürdükçe bu alanlarda daralma yaşanmaya devam edecektir. Bu daralmanın varoluşsal bir krize yol açmamasının yolu, ön alıp kendi tabii dönüşümünü gerçekleştirmekten geçmektedir. Aksi takdirde her kurtulmuşluk illüzyonu yaşayan hareket gibi, büyümenin ve genişlemenin bizatihi hedefe dönüştüğü bir yapı olmaktan kurtulmak mümkün olmayabilir.
Lideri Amerika'da yaşayan ve doğal olarak ana karargâhı da orada bulunan, küresel anlamda eğitim, ticaret ve siyasi faaliyetler yürüten bir yapının son birkaç hafta boyunca gösterdiği performans; onun ilerisi için nasıl bir yol izleyeceğine dair varoluşsal kararlar almak zorunda kalacağını göstermektedir. Şu ana kadar gruptan gelen üst düzey tepkiler bir tartışmanın işaretini vermekle birlikte, henüz taze olan sorunun boyutlarının gerçekten anlaşıldığını söylemek mümkün değildir. Çok sattırılan bir gazetenin genel yayın yönetmeninin parmak sallayarak her hafta yazdığı yazılardaki siyasi basiret düzeyi ve istifham dünyası ile Gülen Cemaatinin farklı sektörlere uzanan sofistike yapısını telif etmek mümkün değildir. 7 Şubat'ta yeni Türkiye'ye sabotaj girişimi sırasında grubun öne çıkan medyatik figürleri herkesin zekâsına hakaret edercesine benzer bir tavır sergilemişlerdi. Ergenekon'la mücadeleden bir Stockholm Sendromuyla çıkan yeni vesayet unsurları, işi Türkiye'yi dizayn etme hayaline kadar götürünce durumun vahameti anlaşılmıştı.
Gülen cemaati, Türkiye'nin en sancılı dönemlerinde eleştirilmek pahasına aldığı 'soğukkanlı kararlarıyla' bilinen bir yapıdır. Yeni Türkiye'de aynı hareketin benzer bir rasyonalite sergilemesi beklenmektedir. Aksi takdirde normalleşmenin ana taşıyıcısı olan Erdoğan'a sürekli muhalefet etme makasına mahkûm olabilirler. AK Parti ile dünya görüşü anlamında neredeyse hiç bir paydaşı bulunmayan bazı liberallerin yaşadığı trajik durumu, Hizmet cemaatinin yaşaması düşünülemez. Bu durum, kısa sürede, Türkiye için lobicilik yapmak üzere yola çıkan grubun küresel yapısından dolayı konsolide olan Türkiye'nin bütün tezahürleriyle karşı karşıya gelmesini kaçınılmaz kılacaktır. Bu bakımdan yeni Türkiye, aslında Gülen Cemaatine bir normalleşme, şeffaflaşma ve yeni Türkiye'nin meşru ve sahici aktörlerinden biri olma fırsatı sunmaktadır. Umarız bu fırsatı, sadece kendi adına değil, Türkiye adına da kaçırmaz.
[Sabah Perspektif, 7 Aralık 2013]