CHP bir süredir farklı bir siyaset takip ediyor. Millete yönelen ve kuşatıcı bir siyaset geliştirmenin peşinde. CHP'nin siyasi geleneği göz önüne alındığında bu şaşırtıcı bir durum. CHP denilince toplumu seçkinler ve halk şeklinde ikiye bölen, seçkinleri öven ve halkı aşağı gören elitist bir siyaset akla gelir.
Siyasi tarihimize baktığımızda CHP elitizme sarılırken karşısında milletin iradesini en üst irade haline getirmeye çalışan popülist siyaseti bulmuştur. Popülizm de elitizm gibi toplumu seçkinler ve millet şeklinde ikiye böler. Ancak elitizmin aksine milleti seçkinler karşısında daha üstte görür. Elitizm seçkinlerin iradesini, popülizm ise milletin iradesini siyasette en belirleyici güç kılmaya çalışır.
1950'lerde Adnan Menderes liderliğinde Demokrat Parti, 1980'lerde Turgut Özal'ın Anavatan Partisi, 1970'lerden 2000'lere Necmettin Erbakan önderliğinde Milli Görüş hareketi ve partileri kucaklayıcı ve kuşatıcı popülist bir siyaset takip etmişlerdir. Milli iradeyi üstün kılma mücadelesi vermişlerdir.
Bu popülist çizgi 2000'lerde Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğinde AK Parti tarafından sahiplenilmiştir. Kendisinden önceki parti ve hareketlerin aksine AK Parti popülist siyaseti elitizm karşısında hakim hale getirmeyi başarmıştır. Elitizm ilk defa muhalefet konumuna düşerken popülizm de ilk defa iktidar konuma yükselmiştir.
2000'lerin ilk on yılında popülizmin önlenemeyen yükselişi ve bir türlü geri püskürtülememesi CHP'yi siyaset değişikliğine gitmek zorunda bırakmıştır. Mayıs 2010'da CHP'de yaşanan genel başkan değişikliği –Deniz Baykal'ın bir kaset kumpasıyla yerini Kemal Kılıçdaroğlu'na bırakması– parti liderinin değişiminden çok daha öte bir anlam taşımaktadır. Baykal'ın CHP'si laikçilik temelinde elitist siyasetin neferiyken Kılıçdaroğlu'nun CHP'si ise başta plüralist siyasetin bayraktarı olmuştur. Elitizm ve popülizmin alternatifi konumundaki plüralist siyasetin toplumu çoğul gruplara parçalayarak milli iradeyi ve siyasi iktidarı zayıflatan ve siyaset-dışı iktidar odaklarını –başta büyük sermaye ve uluslararası güçler olmak üzere– güçlendiren bir siyaset öngörmektedir.
FETÖ'nün 15 Temmuz (2016) darbe girişiminin başarısız olmasıyla Türk siyasetinde yeni bir sayfa açılmış, CHP de ikinci bir siyasi kırılmaya gitmek zorunda kalmıştır. CHP istenen sonucu vermeyen ve sırtını dayadığı siyaset-dışı güçlerin etkisini yitirmesiyle plüralist siyaseti bir kenara bırakarak popülist siyasete yönelmiştir. 16 Nisan (2017) referandumu, 24 Haziran (2018) başkanlık ve milletvekilliği seçimleri ve 31 Mart (2019) yerel seçimleri CHP'nin peyderpey popülist siyaseti –şimdilik en azından ilkesel değilse de taktiksel olarak– benimsemesine ve koyulaşan bir tonda pratiğe dökmesine şahitlik etmiştir.
23 Haziran'da yenilenecek İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimlerine de CHP popülist bir siyasetle girmektedir. Son üç seçimde istenilen sonuçların elde edilmesi doğal olarak bu siyasette ısrar edilmesine neden olmaktadır. CHP'nin bu radikal değişimi karşısında AK Parti iktidarının yalpaladığı gözlemlenmektedir. Bunun temel nedeni CHP'nin halen elitist ya da plüralist bir siyaset takip ettiğinin ve eski mücadele yöntemlerinin yeteceğinin düşünülmesidir. Millete CHP'nin elitist dönemde yaptıklarının ya da plüralist dönemde FETÖ bağlantısının hatırlatılmasının seçimlerde istenen sonucu almaya yeteceğine inanılmaktadır. CHP değiştikçe geçmişe vurgu daha da kaçınılmaz olmakta ve dozajı artmakta ancak giderek etkisini yitirmektedir.
Elbette buna CHP'nin popülist siyasetinin samimi olmadığının gösterilmesi çabaları da eşlik etmektedir. Bu AK Parti'nin popülist CHP ve kurduğu siyasi blok karşısında izlemesi gereken önemli iki mücadele çizgisinden birisini oluşturmaktadır. CHP'nin elitizmine ya da plüralizm bağlamında siyaset-dışı odaklarla kurduğu kirli ittifaka vurgu yapmak yerine popülizminin sahteliğine ya da zayıf noktalarına baskı yapmak çok daha mantıklı gözükmektedir.
İkinci mücadele çizgisini AK Parti'nin son dönemde geriye giden popülizmine rötuş yapılması oluşturmaktadır. Popülist siyaseti dışlayıcı-kapsayıcı kutuplarının oluşturduğu bir doğruda ele alacak olursak AK Parti'nin kendisini şimdikinden daha kapsayıcı bir noktaya taşıması gerekmektedir. Bunun nedenlerinden biri sandığa gitmeyen AK Parti seçmenlerinin yani talepleri karşılanmayan ancak başka partiye de yönelmeyen önemli sayıda seçmenin varlığıdır. Diğeri de artık karşısında toplumda serbest dolaşan talepleri kendi siyasi projesine bağlamaya çalışan ve bağlayabilen popülist bir CHP'nin yer almasıdır. 30 Mart (2014) yerel seçimleriyle 31 Mart (2019) seçimleri karşılaştırıldığında bu durum net bir şekilde görülür. Belediye başkanlığına verilen oyları baz aldığımızda AK Parti'nin oyları yerinde sayarken ve hatta geriye giderken CHP ise oylarını yaklaşık 8 puan artırmıştır.
Özetle 23 Haziran'da yenilenecek İstanbul seçimleri sadece belediye başkanlığının değil kimin daha kapsayıcı bir popülist siyaset ortaya koyacağının da seçimi olacaktır. Şu çok iyi bilinmelidir: Türkiye siyaseti artık iki popülist siyasi blokun mücadelesine sahne olmakta ve mücadele stratejisi de bu siyasi gerçeğe göre belirlenmelidir.
[Sabah, 18 Mayıs 2019].