Orta Doğu’da üç bağımsız devlet var: Türkiye, İran ve İsrail... İki tane de sınırlı imkânlarına rağmen bağımsız davranmaya çalışan ülke söz konusu: Katar ve Filistin...
Geri kalan devletlerin mevcut dış politika angajmanlarına baktığımızda çok belirgin bağımlılıklar görürüz. Mısır, Suudi Arabistan ve BAE gibi bugün Orta Doğu siyasetinde bir şekilde adından söz ettiren devletlerin ABD ve İsrail ile ilişkileri bu ülkelerin bağımsız hareket etme kapasitelerinin ve bu yönde bir isteklerinin de olmadığını gösteriyor. Zira bağımsız hareket etmeye çalışmanın bir bedeli var ve bu ülkelerin yöneticileri bu bedeli ödemek istemiyorlar.
ABD ve İsrail ile kurdukları ilişki bu ülkelerin yöneticilerine iktidarda kalma şansı verirken onlar da ülkelerini Washington ve Tel Aviv’i rahatsız edecek politikalardan uzak tutuyorlar. Yani Sisi, MbS ve MbZ ile Amerikan ve İsrail yönetimleri arasında bir tür kazan-kazan ilişkisi mevcut. Bu ilişki Mısır, Suudi Arabistan, BAE ve diğer Orta Doğu halkları için “her türlü kayıp” anlamına geliyor ama önemli olan halkların değil bu ülkelerin iş birlikçi elitlerinin kazançları.
Türkiye, İran ve İsrail’in bağımsızlığının ne anlama geldiğini incelemeden önce diğer Orta Doğu ülkelerine de kısaca bakalım...
Suriye, Yemen ve Libya hâlen devam eden iç savaşlar sonucu fiilî olarak bölünmüş ülkeler. Küresel ve bölgesel aktörlerin güç ve nüfuz politikalarının mücadele sahasına dönüşen bu ülkelerde bağımsız iktidarlardan bahsetmek mümkün değil maalesef. Zira dış destek olmadan bu ülkelerdeki iktidarların ayakta kalma şansı yok.
Ürdün ve Bahreyn’i de Riyad, Abu Dabi ve Kahire gibi, kendi iktidarını korumak isteyen elitlerin ABD-İsrail eksenine yaslandığı ülkeler kategorisinde değerlendirmek gerekir. Ekonomik veya güvenlik kaygıları bu iki ülkeyi aynı zamanda Suudi Arabistan ve BAE’nin de nüfuz alanında kalmaya zorluyor.
Umman ve Kuveyt ise her ne kadar tarafsız bir politika izlemeye çalışsalar da Riyad ve Abu Dabi’nin nüfuz alanına dâhil olmaktan kurtulamayan ülkeler. Henüz bu ülkelerden Riyad’a karşı Katar’ın yaptığına benzer bir başkaldırı göremedik. Ancak Kuveyt’in Filistin konusunda İsrail yanlısı Riyad-Abu Dabi çizgisine dâhil olmadığını ve İsrail’in işgal politikalarına karşı çıkmaya devam ettiğini de not etmek gerekir.
Buna rağmen gerek Kuveyt’in gerekse MbS ve MbZ’nin baskılarına rağmen Filistin, Türkiye, Mısır ve Libya gibi konularda kendi yolunu çizen Katar’ın ABD ile kurdukları ilişkinin onların tam bağımsız devletler olarak hareket etmesine engel teşkil ettiğini ifade etmek gerekir. Yine de bu iki küçük ülkenin, kendini İsrail lobisine satmadan da var olabileceklerini gösteren tavırlarının Suudi Arabistan ve BAE’ye örnek olması gerektiğinin altını çizelim.
Saddam Hüseyin ve ABD’nin el birliğiyle “failed state” hâline soktukları Irak ise günümüzde ABD ile İran arasındaki nüfuz mücadelesinin sahası olmaktan öteye geçemeyen bir ülke konumunda. Zengin enerji kaynaklarına rağmen halkı yoksulluk içinde yaşayan ülkenin topraklarının bir kısmı ise uzun zamandır terör örgütlerinin kontrolü altında...
Lübnan’ı da Irak’la aynı kategoride değerlendirebiliriz. İran ve Suudi Arabistan’ın yanında Fransa gibi Batılı ülkelerin nüfuz mücadelesinin sahası olan ülkenin bağımsız olarak tanımlanması maalesef mümkün değil.
Türkiye, İran ve İsrail’in bağımsızlıklarına gelince, her üç ülkenin de diğer Orta Doğu ülkelerinden farklı olarak dışarıdan gelen dayatmalara karşı kendi çıkarları doğrultusunda hareket edebilme kapasitesi var.
İsrail, bu gücü başta ABD olmak üzere dünyanın birçok ülkesinde etkili olan Yahudi lobisinden alıyor. Gücünün asıl kaynağı olan bu lobi sayesinde İsrail her türlü saldırgan politikasına destek bulabiliyor.
Türkiye ve İran’ın bağımsızlık yolu ise birbirine benziyor. Her iki ülke de Amerikan nüfuzuna başkaldırarak bağımsızlıklarını elde ettiler ve hâlen bu başkaldırının bedelini ödüyorlar. Ancak ABD yörüngesinden kurtulan Türkiye, bu kötü tecrübenin de etkisiyle başka emperyal güçlerin yörüngesinden uzak durmayı esas alan bir denge politikası izlerken İran’ın özellikle son dönemde bu dengeye fazla riayet etmediği görülüyor.
Rusya ve Çin ile girdiği dengesiz ilişkilerin İran’ı giderek Moskova ve Pekin’in çekim alanına soktuğu ve bu gidişle İran’ın bağımsızlığının tehlikeye girdiğine dair eleştiriler yoğunlaşıyor.
[Türkiye, 2 Eylül 2020].