Bir önceki yazıda, anlaşılması zor Orta Doğu ittifaklarını ele almaya başlamış ve ABD-İsrail ile Moskova-Şam ittifaklarının doğasından bahsetmiştik...
Bölge ülkelerinin kendi aralarındaki ittifakların ise “suya yazılan ittifaklar” olduğunu vurgulayıp bunun ne anlama geldiğini analiz etmeyi bu yazıya bırakmıştık.
Neden bölge ülkelerinin arasındaki ittifaklar bu kadar sorunlu?
Küresel aktörlerin bölgeye yönelik ilgileri ve güç politikaları karşısında ayakta durmanın en önemli aracı sağlam ittifaklar kurmak olmasına rağmen neden Orta Doğu ülkeleri kendi aralarında bu tür sağlam ittifaklar kuramıyorlar?
Türkiye, İran, Mısır ya da Suudi Arabistan’ın her biri kendilerini ABD ya da Rusya’nın saldırganlığına karşı etkili bir şekilde koruma konusunda ciddi eksikleri olan ülkeler ama bu durum yine de onların kendi aralarında uzun dönemli ve caydırıcı bir ittifak kurmaları için yeterli olmuyor. Bu ülkelerden bazıları söz konusu küresel güçlerin himayesi altına girmeyi tercih ediyor, bazıları ise tek başlarına bu küresel güçlerin saldırganlığına karşı koymaya çalışıyor ama bu onlar için çok yıpratıcı oluyor.
Örneğin Amerikan yaptırımları karşısında bunalan İran neden Türkiye ya da Mısır gibi bölgesel güçlerle, ABD-İsrail ittifakına benzer sağlam bir ortaklık içerisine girmiyor?
Ama Mısır da Türkiye de zaten ABD’nin müttefiki dediğinizi duyar gibi oluyorum.
Evet, ama her iki ülkenin de, ABD’nin müttefiki olmanın nasıl bir bedeli olduğunu görüp Washington’a olan bağımlılıktan kurtulmak için kendilerine iş birliği yapacakları başka ortaklar aradıkları dönemler oldu. Hatta Türkiye hâlen böyle bir arayış içerisinde bulunuyor.
Türkiye bu arayışı başlatalı aslında 15 yıldan fazla oldu. Kendi ülkesinin ve halkının çıkarlarını esas alan bir politika geliştirmenin ön şartının ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisini azaltmaktan geçtiğini gören AK Parti yönetimi, Washington’a olan bağımlılığı azaltmak için çabalarken iş birliği için kapısını çaldığı ülkeler arasında İran da vardı. Zira ABD’nin Türkiye üzerindeki etkisini azaltmak yeni ortaklıklar kurmakla mümkün olacaktı.
Peki, Tahran yönetimi ne yaptı? Washington’un aşırı İsrail yanlısı ve müdahaleci Orta Doğu politikasını ve uluslararası siyasal sistemin adaletsiz yapısını kendisi gibi sorgulayan yeni bir ülkenin varlığına sevinip onunla ittifak yapmaya çalışmak yerine, onun bu sorgulamadan dolayı ABD ile yaşadığı sorunları fırsata çevirmeye çalışan bir tavır geliştirdi.
Bölgesel güç rekabetinin sığ bakış açısından kurtulamadı.
Hatta 2015 yılında, bir yandan Obama ile nükleer sorunu çözen anlaşmayı imzalayıp bir yandan da Rusya’nın Suriye’ye müdahalesiyle rahatlayınca gözleri hiçbir şeyi görmez oldu Tahran’daki şahinlerin.
Suriye’den Irak’a, Lübnan’dan Yemen’e bütün Orta Doğu coğrafyasında bölgesel rakiplerine karşı üstünlük mücadelesini kazanacağı hayaline kapıldılar.
Bütün bunları Rusya ile girdiği ittifaka güvenerek yaptı İran.
Bölge dışı küresel bir güçle girilen ittifakın esas olarak onun çıkarlarına hizmet edeceğini ve o küresel gücün ilk fırsatta kendisini satacağını göremedi ya da görmek istemedi.
Rusya ile ittifak İran’ı ne Suriye’deki İsrail saldırılarından ne de Irak’taki Amerikan saldırılarından korudu. Zira bu ittifak karşılıklı egemenliğe saygı temeli üzerine kurulan bir ortaklık değildi. Tıpkı Suudi Arabistan, Mısır ve Türkiye’nin ABD ile kurdukları ittifaklar gibi...
Orta Doğu ülkelerinin, bölgesel üstünlük mücadelesinde bir adım öne geçmek için küresel güçlerle kurdukları ittifakların kendilerini onlara bağımlı kıldığını ve asıl tehlikenin bu küresel güçlerden geldiğini görüp, kendi aralarında kazan-kazan ilkesine dayalı uzun dönemli ittifaklar kurmaları gerekiyor.
[Türkiye, 10 Haziran 2020].