"Sıradan"sözcüğü kaçımızda olumlu çağrışımlar uyandırıyor? Hele ki "sıradanlaşma" kavramı? Peki ya "normal" ve "normalleşme" kavramları? "Sıradanlaşma" ve "normalleşme" kavramlarının, aralarındaki semantik yakınlığa rağmen, birinin olumlu, diğerinin olumsuz çağrışımlar yaratması neyle ilgili?
Endişe etmeyin. Bu soruya cevap verirken, uzun uzun kavramların sosyokültürel, siyasi ve tarihsel bağlamlarına ilişkin ahkâm kesmeyeceğim.
Kısaca söylemek gerekirse, normalleşme yeni dönem Türkiye siyasetinin sembolik kavramlarından biri. Ve en temelde sistemdeki "sıra- dışılıklar"ın keşfedilip, tasfiye edilmesi sürecini işaret ediyor. Sıradanlaşma ise böylesi bir tarihsel varoluş zemininden yoksun. Aradaki fark öncelikle buradan kaynaklanıyor. Fakat sıradanlaşma da, siyasal gerçekliğimiz açısından en az normalleşme kadar önemli bir kavram.
***
Sıradanlaşma, her şeyden önce insanın hayret etme hakkından feragat etmesine işaret ediyor. Aynı zamanda kötülük karşısında sükût eyleyen insan- tekinin derin trajedisine. Sıradanlaşmak, bir anlamda kanıksamakla, duyarsızlaşmakla eşdeğer görülebilir. Kanıksanan, kendisine karşı duyarsızlaşılanın ise genellikle kötülük olduğunu söylemeye bile gerek yok. Kötülük karşısında duyarsızlaşma, onu kanıksama bir süre sonra sisteme kendi normlarını da taşıyor.
***
Sıradanlaşma depolitikleşmenin, normalleşme ise siyasallaşmanın önünü açan bir süreç. Bu süreci birkaç somut örnek üzerinden tartışalım. Toplumu bir arada tutmak için dine bir "tutkal" muamelesi yapıp, gücü ele geçirdikten sonra din karşıtı politikalar uygulayan Kemalist rejimi düşünelim mesela. Katı, dışlayıcı bir din politikası uygulayan devletin ceberrut yüzü bir süre sonra kanıksanmadı mı? Yoksa bu politikaları destekleyenler de, karşı çıkanlar da devletin bu yüzünü sıradan addedip sustular mı? Veya kendisini "peygamber ocağı" olarak yansıtan, ancak diğer yandan "irtica" diye hayali bir düşman yaratarak kendisini bu sözde düşmanla savaşa adayan Ordu'yu ele alalım. Ordunun, bu tavrı nedeniyle, "sıra- dışı", "anormal" bir iş yaptığı düşünüldü mü hiç? Yoksa, Silahlı Kuvvetler'in rejim bekçiliği pozisyonunun bunu mecbur kıldığı mı söylendi?
Her ne olursa olsun, şu çok açık. Devletin, ordunun, rejimin sıradan görülen bu ve benzeri adımları bu alanda bir suskunluğu, siyasetsizliği ve dolayısıyla da çözümsüzlüğü beraberinde getirdi. Sıradanlaşma, kötülüğün yaygınlaşmasındaki başlıca etmenlerden biri olarak varlık gösterdi.
***
Kendisini, yıllar yılı "tevazu ve kanaat" üzerinden anlatan bir cemaat lideri düşünün. "Kulübemi çok seviyordum. Küçük bir yerdi. Uzansam ayaklarım duvara değerdi. Helası lavabosu yoktu. Ellerimi dışarıdaki bir bidondan yıkıyordum. Fakat bu küçük oda, beni doyuracak seviyede hizmet veren yerlerden biri oldu. Çok mütevazı ve sade bir yerdi; fakat daha sonra meydana gelecek nice hizmetlere işte bu oda analık etmişti. Bir han gibi işlerdi orası..." diyen bir cemaat lideri.
O odanın "han gibi işlemesi" hayret uyandırmasa da, bu cümleleri kuran kişinin bir yandan da "uluslararası bir çıkar ağı"na hükmediyor oluşunun yıllarca hayret uyandırmaması ve geniş kesimlerce kanıksanması çok ağır maliyetler üretmedi mi? Ancak ve ancak bu maliyetlerin farkına varıldıktan sonra siyaset uyandı, normalleşme süreci işletildi.
Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Fakat şimdilik şunu söylemekle yetinelim: Hayret ve dikkatini yitiren bir siyaset, normalleşemez. Normalleşme olmadan da ne demokrasi olabilir, ne de özgürleşme!
[Sabah, 1 Aralık 2014]