NATO zirvesi sonuç deklarasyonunda Rusya ve Çin’in yarattığı tehdit ve meydan okumaların açıkça adının koyulması, ittifakın tehdit algısı ve ortak güvenlik anlayışında yeni bir dönemin habercisi olarak öne çıkıyor. Deklarasyonun hemen başında Rusya’nın ittifaka karşı en önemli ve doğrudan tehdit olduğunu ifade etmesi en net mesaj olarak görülebilir. Ukrayna’nın işgalinin transatlantik bölgesinde barış ve istikrarı bozarak küresel güvenliği zayıflattığını belirtmesi de NATO’nun en önemli gündeminin Rusya olduğunun ifadesi. Bununla birlikte, Rusya’nın doğrudan tehdit olarak ilan edildiği üçüncü maddede terörizmin asimetrik tehdit olarak anılması Türkiye’nin terörle mücadeleyi NATO gündemine sokma çabalarının başarılı olduğunu gösteriyor. İsveç’in üyeliği için terörle mücadele şartında ısrar ederek bu konuda kritik güvenceler alan Türkiye’nin çabaları, bu meseleyi ittifakın en önemli gündem maddesi haline getirmesinde etkili oldu.
RUS-ÇİN İTTİFAKI TEHDİDİ
Ortadoğu ve Afrika’daki istikrarsızlık ve çatışma ortamı, zorla yerinden edilme, düzensiz göç ve sınır güvenliği gibi sorunlarla birlikte, İran’ın istikrarsızlaştırıcı etkisinin ve özellikle Rusya’yla Çin arasında derinleşen stratejik ortaklığın uluslararası kurala dayalı sisteme tehdit oluşturduğunun belirtilmesi kritik önem taşıyor. NATO Ukrayna’nın işgali öncesinde Rusya ve Çin’i doğrudan hedef alan bir dil kullanmaktan kaçınan ve en fazla bu ülkelerin yarattığı meydan okumalara işaret eden bir tavır takınırdı. Washington zirvesinde Rus-Çin ittifakının doğrudan hedef alınması önemli bir değişime işaret ediyor. Daha önce Çin’i bu konuda uyaran ABD’nin bu meseleyi NATO’nun gündemine aldırmayı başarması ittifakın tehdit algısının Ukrayna sonrası değişen jeopolitik dengeleri görmezden gelmediğine işaret ediyor. Çin’e Rusya’dan uzak durma çağrısı yapmakla yetinmektense Ukrayna üzerinden gelişen Rus-Çin ortaklığını hedefe koyması, ittifakın güvenliğiyle küresel büyük güç mücadelesi arasında da bir ilişki kurduğunu gösteriyor.
UKRAYNA’YA DESTEĞİN KURUMSALLAŞMASI
Sonuç bildirgesinde NATO’nun Ukrayna’ya resmen üyelik daveti yapmamakla birlikte ittifakla uyum ve entegrasyon çabalarının ileri seviyeye taşınacağını göstermesi bu ilişkinin kurumsallaştırılma çabası olarak okunmalı. Kasım seçimlerinde Trump yönetiminin iktidara gelmesi durumunda Ukrayna’ya Amerikan desteğinin değişeceği kesin. NATO önümüzdeki yıl 40 milyar dolarlık Ukrayna’ya uzun vadeli güvenlik yardımı sözü vererek desteğin devam edeceği vaadinde bulunuyor. Deklarasyon Ukrayna’nın geleceğinin NATO’da olduğunu ifade ederek entegrasyon sürecinin geri döndürülemez olduğunu ve ittifakın ilerde üyelik daveti yapacak bir pozisyonda olacağını ifade etti. Ukrayna’yla ilişkiyi kurumsallaştırarak siyasi değişimlerden bağımsızlaştırma çabasının öne çıktığı zirvenin bu hedefinde ne kadar başarılı olduğunu zaman gösterecek. Trump’ın seçilmesi durumunda Amerika’nın Ukrayna politikasını değiştireceği neredeyse kesin. O aşamada Rusya da muhtemel barış müzakerelerinin bir şartı olarak Ukrayna’nın NATO üyeliğinden vazgeçmesini şart koşacağı için bu ülkeyle güvenlik ilişkisinin doğası ittifakı zorlayacak.
Deklarasyonun altıncı maddesinde, üye ülkelerin üçte ikisinde savunma harcamalarının bütçedeki payının yüzde ikinin üzerinde gerçekleşmesinden duyulan memnuniyet belirtiliyor. Yüzde iki meselesi Ukrayna’nın işgali öncesinde sürekli bahsedilen ancak çoğu ülkenin hayata geçirmediği bir hedef olarak kalmıştı. Başkan Trump döneminde bu konuda önemli bir Amerikan baskısı oluşmuştu. Trump popülist bir söylemle özellikle Avrupa ülkelerinin güvenliğinin Amerika tarafından finanse edildiğini savunmuştu. Gerek Trump’ın etkisi gerekse Ukrayna işgalinin yarattığı yeni güvenlik kaygıları birçok Avrupa ülkesinin bu hedefe ulaşmasını sağladı. Bununla birlikte deklarasyonun yüzde ikinin de ötesine geçmek gerekeceğini ifade etmesi önem taşıyor zira mesele sadece harcama limiti sorunu değil ve birçok kritik alanda yeni yatırımlar yapılması gerekiyor.
TÜRKİYE’NİN ÖNCELİKLERİ
NATO Ukrayna savaşıyla birlikte üye ülkelere doğrudan bir saldırı ihtimalini yabana atmayan ve buna karşı caydırıcı hazırlık yapan bir performans sergiliyor. Polonya, Romanya ve Türkiye’nin de içinde olduğu NATO’nun doğu kanadının güçlendirilmesi bu çabanın bir parçası olarak öne çıkıyor. İttifakın potansiyel bir Rus saldırısını ciddi bir ihtimal olarak gündemine alarak gerek kuvvet konuşlandırma ve takviyesi gerekse farklı tatbikatlar üzerinden acil müdahaleye hazırlıklı olması Türkiye’nin güvenliğini doğrudan ilgilendiriyor. Ayrıca Türkiye’nin Finlandiya ve İsveç’in üyeliği müzakerelerinde üye ülkelerin açık veya üstü örtülü savunma yaptırımlarının kaldırılmasını sağlamasının da deklarasyona yansıdığını görüyoruz. Bildirgenin 11. maddesinde üyeler arasındaki savunma endüstriyel iş birliğinin derinleştirilmesinin öneminin vurgulanması bunun örneği olarak öne çıkıyor.
NATO zirvesinin sonuç bildirgesinde Rusya kaynaklı tehditlere geniş yer ayrılması ve Ukrayna’yla ilişkinin kurumsallaştırılması çabası öne çıkıyor. Türkiye’nin güvenliğini doğrudan ilgilendiren bu savaşla birlikte çatışma ortamının bölgesel etkileriyle ilgili NATO’nun kapsamlı bir strateji oluşturmaya çalışması önemli. Ancak NATO’nun Ukrayna’ya desteğini Rus saldırganlığının mecbur kıldığını ifadenin ötesine geçerek barışa giden yol haritası oluşturması gerekiyor. Trump yönetimi ihtimaline karşı Ukrayna’nın entegrasyonunu artırmaya çalışırken bir yandan da barışa giden yol ifade edilebilseydi daha kalıcı bir politika oluşturulması sağlanabilirdi. Rusya’ya karşı alınan önlemlerle birlikte barışa giden yolun belirlenmesi de Türkiye’nin çıkarına olurdu. Bu eksikliğe rağmen terörle mücadele, düzensiz göç ve Ortadoğu’daki istikrarsızlık gibi birçok meselede Türkiye’nin önceliklerinin bildirgeye yansıması kritik önem taşıyor. Bu resim bazı çevrelerin Türkiye’yi ittifakın kötü adamı olarak mahkûm etme çabalarının da sonuçsuz kaldığını gösteriyor.
[Yeni Şafak, 12 Temmuz 2024]